“Kayınpeder en son bıraktığımda, hala nasıl olur da pazar sabahı 05:00’da kalkıp gittiğimi anlamaya çalışıyordu…”
Bu sözler yol arkadaşım Hakan’a ait. 6 Ekim 2013 pazar günü Maltepe’deki evinden dışarı çıktığında soğuk havayı iliklerine kadar hissediyordu. Kabataş’ta buluşmak üzere, önce Kadıköy’e kadar 45 dakika bisiklet sürdü. Sonra 07:45 vapuruna binerek Beşiktaş’a geldi. Ben de Beşiktaş’taki evimden 08:00 civarı yola çıktım. Hava kapalı ama Hakan’a hissettirdiği gibi değil; yer yer bulutların arasından güneş ısıtıyor. İkimiz 08:30 civarı Kabataş’ taki Bursa Deniz Otobüsleri İskelesinde buluştuk. Kabataş-Mudanya güzergahını ilk defa kullanacağız. Sene başında seferlere başlamışlar. Hedefimiz Uluabat gölü kenarındaki Uluabat köyü. Bu isim tanıdık geliyordur. Burası İstanbul’un fethi sırasında Bizans surlarına ilk sancağı diken yeniçeri Uluabatlı Hasan’ın köyü. Bisikletle köye varıp ünlü kasap Halil’den depolarımızı kangal sucukla dolduracağız. Of hedefe bak 🙂 Daha önce bir faaliyetten dönüşte burada mola vermiştik. Ve sucuk almıştık. Tadı gerçekten güzeldi. Şimdi kendimizi motive etmek için hedef yaptık.
Mudanya’ya ilk hareket saati 09:00. Internet’ten satın aldığımız biletleri “PNR” numarası girerek otomatlardan bastırıyoruz. Biletteki barkodu okutarak turnikelerden geçiyoruz. Güzel sistem kurmuşlar. Ücret uygun 18 lira. Thy, Ido, Biletix gibi yerlerin yüksek fiyatlarına alışık olduğumuz için şaşırıyoruz. Bekleme salonuna geçiyoruz. Deniz kenarında bir çay bahçesini andırıyor; etrafı camekan, kapalı bir yer. Demli çay arıyoruz ama bozuk para atıp çalışan makineler var sadece. Boş bir masaya geçip sandalyeye oturuyoruz. Biraz laflayıp zaman geçirmek amacımız. Hakan neden tayt üstüne eşofman giydiğime takılıyor.
– Hoca, toplum henüz benim taytım için hazır değil.
– Ha ha ha
– Nesi varmış taytın ben giyiyorum şu an…
Gülüşüyoruz…Hareket saati yaklaştıkça salon kalabalıklaşmaya başlıyor. Yan masaya üniversitede öğrenim gördüklerini tahmin ettiğimiz gençler gelip oturuyor. Kızların güzelliği dikkatimi çekiyor. Sözlüğe girip “Bursalı kızlar” başlığına mı baksam acaba. Aralarında yabancı dil konuştuklarını duyup vazgeçiyorum.
Feribot bakımlı ve temiz. Alt salondayız. Ortada dörtlü yanlarda ikişerli koltuklar uçak konforunda. Büfesinden çay, poğaça alıyoruz. Çay 50 kuruş. Ucuz ama aradığımız demli çay. Poşet çaya talim ediyoruz. Keşke çayı evde yapıp termosla yanımda getirseydim. Ama bu kadar konfor fazla…Bu tür aktivitelerde hafif olmak gerek. Yanımda ilk yardım çantası, tablet ve yedek giysiden başka birşey yok. Oturduğum koltuğun yanında elektrik prizi var. Telefonumu şarj olması için prize takıp İnternet’e bağlanıyorum. Dışarıda fırtına kopuyor. Hafif sallantılı gidiyoruz ama beni deniz tutmadığı için önemsemiyorum. Yolculuk 1 saat 50 dk. sürüyor.
Saat 11:00 sıraları.
Mudanya’ya vardık. Hava yazdan kalma bir gün gibi güneşli, pırıl pırıl. Keyfimiz yerine geliyor. Mudanya’ya ilk defa geliyoruz. Tarihte Mudanya mütarekesi olarak bilinen ve kurtuluş savaşını bitiren anlaşmanın imzalandığı yer burası. Müze ziyareti ve çevre gezisi yapmak istiyoruz ama zamanımız kısıtlı. Bir an önce velesbitimize atlayıp pedallamalıyız. 7 saatlik uzun görünen ama çabucak geçeceğini tahmin ettiğimiz bir süremiz var. İlk defa gideceğimiz bu 120 km. yol bizim için bilinmezlerle dolu. Dönüş biletimizin saati 18:30.
Bisiklet sürmek için herşey uygun gibi. Eşofmanımı çıkarıyorum. İnişli çıkışlı ve bol dönemeçli yollardan sahile paralel gitmeye başlıyoruz. Bir yanımız yazlık siteler bir yanımız deniz. Karşı yoldan gelen bisikletçilerin hepsiyle selamlaşıyoruz. Bisikletçi kardeşliğini bir kez daha hissettik. Çünkü hepimiz aynı duygularla pedallıyoruz. 12 km sürdükten sonra Trilye’ye ulaşıyoruz.
Trilye (1963-2011’deki adıyla Zeytinbağı) eskiden Rumların yaşadığı küçük, şirin bir sahil kasabası. Etrafı gezmek, balık ekmek yemek var aklımızda ama yapacak bir şey yok. Bakkaldan sadece su alıp susuzluğumuzu giderdik ve sonra tekrar yola koyulduk.
Hakan’ın kondüsyonu benden daha iyi. Bende ufaktan yorgunluk başlıyor. Hakan’dan geri kalıyorum. Bir yol ayrımına varıyorum. Karşıdan gelen fıstık yeşili Bursa Büyükşehir Belediyesi formaları giymiş bisikletçiler görünüyor. Selamlaşıp, birbirimize kolaylıklar diliyoruz. Onların geldiği yola giriyorum. Bir 5 dakika sürüyorum ama bir türlü Hakan’ı göremiyorum. Asfalt yol bozulmaya ve çevre tenhalaşmaya başlayınca yanlış yola saptığımı düşünüyorum. Sağa çekip çantamdan telefonumu çıkarıyorum. Navigasyon programını açtığımda yanlış yolda olduğumu anladım. Gerisin geri pedallıyorum. Hakan’ın telefonu ile tekrar sağa çekiyorum. Hakan biraz sinirli…
– Hoca neredesin?
– Yol ayrımında bisikletçileri gördüm sola döndüm, yanlış yola sapmışım.
– Niye böyle birşey yaptın ki?”
– Bilmiyorum. Geliyorum. Haydi görüşürüz.
İleride Hakan’ı görüyorum, beni bekliyor. Buluştuktan sonra tekrar zeytin tarlaları arasında kıvrılan köy yollarına pedallıyoruz. Evinin bahçesinde çapa yapan neşeli bir köylü amca bize sesleniyor.
– Belinize kuvvet gençler!
– Eyvallah dayı…
– Sana da kolay gelsin.
Taşpınar köyü meydanından geçerken yavaşlıyorum. Çocuklar oyun oynuyor. Beni görünce ara veriyorlar.
– Aaa turiste bak.
– Abi sen yabancı mısın?
– :))
– Yok Türküm.
– Nereye gidiyorsun abi?
– Uluabat köyüne
– Ooouuuu çok uzak orası, bu aşağıdan git abi…
– Sağolun.
Saat 15:00 sıraları.
Balıkesir Bursa yoluna ulaşıyoruz. Planladığımızdan çok geç vardık buraya. Kara yolu vızır vızır. Tırların sağından yardırıyoruz. İleride bir köfteci var. Yavaşlayıp velesbiti dükkanın önüne çekiyorum. Navigasyon cihazım gidilecek yaklaşık 10km daha yol olduğunu söylüyor. Hmm bu gidiş dönüş en az 1 saat daha demek. O zaman üç buçuk saatte geri dönmemiz imkansız olur. Hemen Hakan’ı arıyorum.
– Hoca devam edersek dönüş feribotuna yetişemeyeceğiz.
– Az kaldı, geldik sayılır.
– Öyle de benim sol bacağıma kramp girdi.
– Neredesin?
– Gölbaşı köftecisindeyim.
– Tamam bana da 1.5 söyle geliyorum.
1.5 porsiyon köfte siparişimi garsona iletiyorum. Ocakta kimse yok. Fazla zamanımız olmadığını ve arkadaşımın birazdan geleceğini belirtiyorum. İlerideki masada sohbet eden 2 kişiden biri kalkıp ocağın başına geçiyor. Allah’ım ne kadar yavaş ilerliyor burada işler! Köfteler geldi nihayet. Sabahtan beri sadece poğaça ve çayla durduğum için köfteler ağzımda fazla beklemeden su gibi kayıyor boğazımdan. Bu sırada Hakan geldi. O da köfteleri bekliyor. Hakan’ın siparişi biraz gecikince garsona soruyoruz.
– Usta bizim 1.5 köfte daha vardı?
– Soğumaması için beklettik.
– Arkadaşım geldi işte biz de bekliyoruz lütfen!
Köfte + 2 içecek için 35 lira hesap ödüyoruz. Ahh Köfteci Yusuf ahh burada da bir şuben olsaydı keşke. Hedefi gerçekleştirememenin verdiği moral bozukluğuyla dönüş yoluna geçiyoruz. Kara yolundaki emniyet şeridinde ters yönde giderken tam karşıdan bir at arabası geliyor. Yan yana geçerken Hakan’a bir şeyler söylüyor ama trafik gürültüsünden duyulmuyor. Tekrar sessiz köy yollarına varıyoruz. Bende bacak, sırt ağrısı devam ettiği için geri kalıyorum. Hakan antremanlı sürekli beni motive ediyor.
– Bas hoca bas bas…
– Haydi durma bas!
Velesbitleri değiştirmeyi teklif ediyorum. Çünkü bende dağ bisikleti var. Lastikleri kalın ve dişli. Asfalta yapışıyor resmen. Hakan’daki şehir bisikleti, ince tekerler asfaltta kayıp gidiyor…Sele boylarını ayarlıyoruz. Ve tekrar yoldayız. Aman Allah’ım keşke daha önce isteseymişim. Hakan’ın bisikleti ile uçuyorum resmen. Rampaları rahatça çıkıyorum. Düz yolda son viteste süratten pedalların boşa döndüğü oluyor. Hakan geride kalıyor. Arkamdan bağırıyor.
– İşte sahalarda görmek istediğimiz hareketler bunlar.
Uzun süre mola vermeden devam ediyoruz. Yolda sık sık küçükbaş, büyükbaş sürüleri görüyoruz. Bir ara karşıdan karşıya geçen büyükbaş hayvanlar yolumuzu kesiyor. Yolu neredeyse kaplamışlar. Bekleyecek zamanımız yok. Aralarında ufak bir boşluk bulup çok yakınlarından geçiyoruz. Biraz bozuluyorlar ama neyseki ürküp bize çarpıp devirmiyorlar. Saat 17:00’ye doğru yaklaştıkça telaşlanıyoruz. Daha Tirilye’ye ulaşamadık. Elimizden geldiğince süratli sürüyoruz ama yollar bitmiyor. Düz gibi görünen yollar aslında hafif eğimli bir yokuş. Vites küçültme ihtiyacından anlıyoruz. Bir de görünür zorlu rampalar tam canımınızı çıkarıyor.
Böyle gidersek yetişemeyeceğiz. Aklıma otostop çekmek geliyor. Mudanya tarafına giden bir kamyon veya kamyonet kasasına atlasak bizi yetiştirir diye düşünüyorum. Yanımızdan küçük kasası açık beyaz bir kamyonet geçiyor. Tam bize göre. Arkasından sesleniyoruz ama bizi duymuyor. Bisikletten inip yürümeye başlıyoruz. Hakan, Bursa Deniz Otobüsleri Çağrı Merkezini arıyor. Basılı biletlerin saat değişikliğini gişeden yapabilirmişiz; bir de sonraki sefer saatlerini öğreniyoruz. Hala umut var. Basıyoruz pedallara. Yine aynı beyaz kamyonet geçiyor yanımızdan. Korku filmi gibi mübarek. Yine sesimizi duymuyor. Rampaya gelince bisikletten inip sürekli arkamızı kolluyoruz. Bu defa beyaz kamyoneti kaçırmak yok. Bir bisikletçi için kötü bir duygu ama utana sıkıla kamyonlara otostop işareti yapıyoruz. Yetişebilmemiz için başka seçenek yok.
Saat 18:00 sıraları.
Feribota yetişme umudumuz gittikçe azalıyor. Hakan, yokuş aşağı son sürat giderken dönemece gelince hafif frene dokunmama bile bozuluyor. Aynı beyaz kamyonet 3. defa arkamızdan gelip basıp gidiyor. Hay Allah… Bu kamyonet bize korku filmi gerilimi yaşatmaya çalışıyor sanki. Aynı yolda gidip geliyor bilmiyorum ne iş yapıyor. Bir türlü yakalayamıyoruz.
Saat 18:30 sıraları.
Trilye’ye ulaşıyoruz. Otostop yapamadık. Bizim biletler yandı. Meydanda bulunan bir kahvehaneye giriyoruz. Amacımız biraz dinlenmek ve çay içerek ısınmak. Televizyonda haberler açık. Kapalıçarşı’da bir kuyumcunun güvenlik kamerası görüntüleri oynuyor. Ukrayna uyruklu birisi sözde pırlanta incelerken el çabukluğuyla kendisindeki sahte bir pırlantayı orjinaliyle değiştiriyor. Yer mi Anadolu çocuğu? Dükkan sahibi anlıyor durumu, kapıları kapatarak polise haber veriyor. Bu sırada adam enselendiğini anlayınca orjinal pırlantayı arka cebinden çıkarıp çaktırmadan yutuyor. Adamı yakalıyorlar ama haber de burada sonlanıyor. O pırlantaya nooldu, sahibine nasıl iade edildi merak ediyoruz. Ha ha ha.
Televizyonda haberler devam ediyor. Hakan kahvehanedekilerle sohbet etmeye başlıyor. Sohbet sırasında yorulduğumuzu öğrenen bir amca, Mudanya’ya biraz ileride bir yerden minibüs kalktığını söylüyor. Bunu öğrenmek iyi oldu. Biraz sonra teşekkür edip oradan ayrılıyoruz. Hava kararmış ve serinlemiş. Rüzgarlıklarımızı giyiyoruz. Minibüslerin kalktığı yere varıp şoförü buluyoruz.
– Selamun Aleyküm.
– Aleyküm Selam.
– Mudanya’ya en yakın ne zaman gidiyorsunuz?
– 19:30
– Bisikletimiz de var.
– Bakayım…Ooo bisikletler çok büyük.
– Onları koyacak yer yok maalesef.
Araca şöyle bir bakış atıyoruz. Bagaj koyulacak veya koltukların arasına sığdıracak bir yer yok gerçekten.
– Peki, iyi akşamlar.
Yapacak bir şey yok. Tekrar yola koyuluyoruz. İkimizin bisikletinde de lamba yok. Allahtan kafa lambası var bende. Hakan önden gittiği için ona veriyorum. Geçtiğimiz yerler zifiri karanlık. Dolunay olsaydı keşke. Kafa lambası olmasa elimizle yoklaya yoklaya ilerleyebiliriz ancak. Tek tük araçlar ıssızlığı bozuyor. Bir de başıboş köpeklerle karşılaşıyoruz. Havlıyorlar. Ama hangi cinstir, nerededir görmüyoruz pek. Sadece çok yakından bir havlama sesi geliyor. Ufak bir heyecan dalgalanması yaşıyoruz. Yanlarından geçtikten bir 30-40 metre sonra takip ve havlama sesi duruyor. İkimiz de arka arkaya çok dikkatli gidiyoruz. Yoldaki bir çukuru son anda görüp düşer gibi oluyorum ama toparlıyorum hemen. Tekrar yokuşlar başlıyor. Geride kalıyorum. Popom saatlerdir selede oturmaktan acıyor. Taytım pedli ama 3 saat konfor vaat eden cinsten. Hakan yorulduğumu görüp kafa lambasını veriyor ve öne geçmemi istiyor. Tuvalet molası veriyoruz. Velesbitleri değiştiriyoruz. Hakan arka lastik patlak diyor. Daha doğrusu havasının inmiş olduğunu fark ediyor.
– Hoca arka lastiğin havası inmiş.
– Hadi ya hiç fark etmedim.
– Daha önce patlamıştı bu lastik, yama yapmıştım.
– Bu şekilde binersek jantlar eğilebilir.
– Haydaaa aksiliğe bak.
Saat 20:30 sıraları.
Son feribot 21:15’te kalkıyor. Yanımızda yedek iç lastik ve tamir kiti var ama değiştirelim desek zaman yok. Yürüyelim desek son seferi de kaçıracağız. Pompa ile inik lastiğe hava basıp devam ediyoruz. Bir müddet sonra kenara çekip tekrar hava basıyoruz lastiğe. Allahtan lastik idare ediyor. Saat tam 21:05’de Mudanya’ya varıyoruz.
Sahile ulaşıp hemen bilet gişesine gidiyoruz. Bilet alıp vapura biniyoruz şükür.
Yolculuk esnasında güverteye çıkılması yasak. Bu yüzden bisikletleri dışarıda bırakıp havası inmiş tekeri çıkarıp birlikte içeri geçiyoruz. İçerde uygun bir yere çömelip iç lastiği değiştiriyoruz. Bitince televizyonun karşısında boş bir koltuğa oturup yine haberlere bakıyoruz. Heyacanlı bir haber pek yok. Çok yorulmuşuz. İkimiz de azıcık uyukluyoruz.
Saat 23:10 sıraları.
Kabataş’a varıyoruz. Bu saatte Hakan’ın velesbitle Anadolu yakasına geçmesi zor olacak. Bu yüzden bisikletini benim eve bırakmak üzere ikimiz de Beşiktaş’a pedallıyoruz. 23:40 gibi eve ulaşıyoruz. Benim için inanılmaz zor ama yeni deneyimler elde etmiş biri olarak gün bitmek üzere. Ancak Hakan daha Maltepe’deki evine gidecek. Yarın iş günü. Onun için bir macera daha başlıyor. Çünkü şoförün bile ayakta gittiği rivayet edilen efsane 500t otobüsüne taytlı binecek kendisi… Başlıbaşına bir macera 🙂 Bu macerayı da başka bir zaman kendisinden dinlemek üzere diyelim.
Sevgiler…
Ekim 2013
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]