Yazan

Ali Doğuyıldız

Browsing


9 bin km uzakta yaşayan güleryüzlü kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. Endonezya birçok farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşuyor. Yogyakarta’da Borobudur ve Prambanan tapınaklarından Bali’de maymun ormanlarına kadar kendi gördüklerimi anlatıyorum. Bu bölümde Ijen yanardağındaki Blue Fire – Mavi ateş ve madencilerin görüntüleri var. Yeni bölüm çıktığında haberdar olmak için abone olmayı ve zil tuşuna basmayı unutmayınız!

——

Ali Doğuyıldız tarafından çekildi ve düzenlendi.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


9 bin km uzakta yaşayan güleryüzlü kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. Endonezya birçok farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşuyor. Yogyakarta’da Borobudur ve Prambanan tapınaklarından Bali’de maymun ormanlarına kadar kendi gördüklerimi anlatıyorum. Bu bölümde Jakarta ve Yogyakarta’dan görüntüler var. Yeni bölüm çıktığında haberdar olmak için abone olmayı ve zil tuşuna basmayı unutmayınız!

Endonezya 2. Bölüm

——

Ali Doğuyıldız tarafından çekildi ve düzenlendi.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


9 bin km uzakta yaşayan kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. İlk planım başkent Jakarta’dan trenle Yogyakarta’ya geçmek. Sonrası ikinci bölümde…

Endonezya 1. Bölüm

——
Ali Doğuyıldız tarafından çekildi ve düzenlendi.
Instagram’da takip için @alidoguyildiz

=== Videoda bahsedilen bazı linkler===

Ulaşım programı Grab:
https://www.grab.com

Ulaşım programı Gojek:
https://www.gojek.com

Resmi Taksi şirketi:
https://www.bluebirdgroup.com

GSM şirketi Telkomsel:
https://www.telkomsel.com

Endonezya kaplan heykeli haberi:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39300156

===============================================
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Bu benim ikinci Cilo kış tırmanış faaliyetimdi. Daha önce 2013 yılında basında da yer alan önemli bir kış tırmanışı yapmıştım. http://arsiv.tdf.gov.tr/32-yil-sonra-reskouludoruk-ilk-kis-tirmanisi/

Maceram Mart 2019’da 3 dağcı arkadaşımla beraber İstanbul Sabiha Gökçen havalimanından Van’a uçarak başladı. Oradan saat başı kalkan şehirlerarası minibüsle Yüksekova’ya geçmekti amacımız. Sabiha Gökçen havalimanının evimize yakınlığı nedeniyle böyle bir seçim yaptık. Cilo ekibinin geri kalanı (8 kişi) Avrupa yakasındaki havalimanından doğrudan Yüksekova’ya uçtular. Sabiha Gökçen’den bizim gittiğimiz tarihlerde Yüksekova’ya doğrudan uçuş bulunmuyordu. Bizim izlediğimiz güzergâh hem bütçe olarak daha ekonomikti hem de artık İstanbul’da hangi yakada oturuyorsanız oraya yakın havalimanını tercih etmek bir yere gitmeye karar verirken en önemli belirleyici olmaya başlamıştı.

Cilo için Atatürk Havalimanında

Uçuş günü geldiğinde heyecanla uçağa bindim, el çantamı yerleştirip yerime oturdum. Son kimlik kontrolünden sonra körükten uçağa binene kadar telefona bakarak dikkatsizce yürümüştüm. Elimde telefon, polar, cüzdan ve kabin bileti vardı. Kabin biletini cüzdanın içine koyarken kimliğimin içinde olmadığını fark ettim. Haydaaa! Başımdan aşağı kaynar su dökülmesi hissettiğim ender durumlardan biriydi bu. Hiç sevmediğim bir duygu durumu… Herhalde el çantasına koydum diye kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Koltukta rahatça oturuyor gibiydim ama tüm düşüncelerimin önüne geçen ve beni rahat bırakmayan bir sıkıntı vardı kafamda. Bütün ceplerimi kontrol ettim. Sanırım son kimlik kontrolünden sonra uçağa binerken düşürdüm. Ya da çantada bir yerlere sokuşturdum. Uçak Van’a indiğinde el çantamı kontrol ettim ama orada da değildi. Herkes uçaktan indikten sonra durumumu kabin amirine anlattım. Bagaj alımı kısmında beklememi ve uçak içinde bulunursa bagaj alımı kısmına kimliğimi getireceklerini söyledi. Bir süre bagaj alımı kısmında bekledim ama kimse gelmedi. Bu sırada Sabiha Gökçen Havalimanı’nın yer hizmetleri telefon numarasını da bir şekilde buldum. Kayıp eşya ofisini aradım ve kimlik bulunup bulunmadığını sordum. Olumsuz yanıt verdiler…

Van’daki havalimanında yapacak bir şey kalmayınca 3 arkadaşımla şehir merkezine gitmek için taksiye bindik. Taksici Doblo aracının geniş bagajına çantalarımızı koyduğunda dağcı olduğumuzu hemen anladı. Cilo’ya çıkacağımızı söyledik. Taksici,
“Bu havada ne işiniz var orda abi başınıza bir şey gelir.”
diyerek endişelendi ve yol boyunca bizi caydırmaya çalıştı. Van’ı gezdirebileceğini söyledi ve evine davet ederek misafiri olmamızı istedi. Bir dahaki sefere inşallah deyip samimi daveti için teşekkür ettik.

Şehir merkezine geldiğimizde sırt çantalarımızı şehirlerarası yolculuk yapacağımız firmanın yazıhanesine bıraktık. Öğle yemeği için yakındaki bir restorana girdik. Ben tabii aklımdan geçen birçok düşünceden dolayı yemekten tat tuz alamadım. Yemekten sonra arkadaşlarla Van il nüfus müdürlüğüne gittik. 5-10 dakika yürüme mesafesindeydi. Sora sora kolayca bulduk. Nüfus dairesinde şefi bulup durumumu anlattım. Yanımda TDF dağcılık lisansımdan başka bir kimlik yoktu. Onun da üzerinde soğuk damga mühür yoktu. Ne yapabiliriz diye bir yol bulmaya çalıştık. Kimliğin ispatı için tahkikat açılıyormuş, uzun süren bir işlemden bahsetti. Sohbetin sonunda bana yeni veya geçici bir kimlik veremeyeceğini söyledi. Oradan elimiz boş ayrıldık. Aklımıza karakola gitmek geldi. Yolda sürekli kimlik kontrolü olacağını biliyorduk. Belki bir tutanak tutturursak işimize yarar diye düşündük. Yakındaki polis karakoluna gittik. Kapıda kuyruk vardı. Sıraya girdim ve beklemeye başladım. Baktım kuyruk ilerlemiyordu ben de her normal vatandaş gibi önümdeki kişiye kardeş burası ne kuyruğu diye sordum. Adli kontrol şartıyla serbest bırakılanlar, her gün karakola gidip imza veriyorlarmış. Karakol öğle tatilinde olduğu için bekliyorlarmış. Sıradan ayrıldım ve bilgi masasındaki memura durumumu anlatmak için ilerledim. Kapıdan geçerken sırt çantam nedeniyle X-ray cihazı uyarı verdi. Polis memuru sırt çantamın içini açmamı istedi. Zaten tedirgin haldeydi, bir de sırt çantamın içindeki drone’u görünce iyice tedirgin oldu. Neden geldiğimi ve drone’u kısaca anlattım. O da sakinleşince bu işleri artık nüfus il müdürlüklerine devrettiklerini ve 199’u arayıp kayıp kaydı bırakmam için yönlendirme yaptı. Oradan da elimiz boş ayrıldık. Van sokaklarında gezerken, Yüksekova’ya son sefer saati olan 16:00 yaklaşmakta olduğu için çaresizce yazıhaneye döndük. Son sefere bilet alıp 3 arkadaşımla beraber şehirlerarası yolculuğumuza başladık. Araç içinde yolculuğumuz sohbetle çabuk geçti. Hava kararıyordu, bir tesiste dinlenmek için durduk. Tesisin içinden genç bir adam koşturarak buz gibi soğuk havada üstünde mont olmamadan dışarı çıktı ve aracımızın kapısını açarak hoş geldiniz dedi. Garip kıyafetler giymiş batıdan gelen yabancılar olarak dinlenme tesisine girdik. İçerideki insanlar ilgiyle futbol maçı izliyorlardı. Ama bizimle sohbet etmekten geri durmadılarr. Çay parasını ödemek istediğimizde siz misafirsiniz deyip ücret almadılar. Bunlar Batı’da alışık olmadığımız şeyler. Doğu – Batı farkı olsa gerek.

Yüksekova’ya yaklaştığımızda beklediğim gibi jandarma ve polisin kimlik kontrolü başladı. Birkaç gün önce yaşanan bazı olaylar nedeniyle bölgede OHAL ilan edilmişti. Bilinmezlik bende endişe yarattı. Beni belli bir süre tutabilirlerdi. Bu da Yüksekova’daki grubumuza yetişememek ve benim için faaliyetin iptal olması anlamına gelirdi. Her kontrolde dağcılık lisansımı gösterdim ve durumumu anlattım. Kimseye tavsiye etmiyorum ama adrenalin meraklılarına not düşeyim… OHAL’de kimliksiz dolaşmak isimli aktivitede adrenaline doyuyorsunuz 🙂 Neyse ki Yüksekova’ya sorunsuz geldim. Buradan şu dersi öğrendim; yolculuklarda başka bir çantaya ikinci bir kimlik (ehliyet, pasaport gibi) koymakta fayda var. Dönüş için şöyle bir çözüm düşündüm ve uyguladım. İstanbul’daki ailemi arayıp kaldığım otele ehliyetimi göndermelerini istedim. Faaliyet bitene kadar otelime kargo ulaşırdı. Nitekim bu planım kusursuz işledi. Denemedim ama büyük ihtimalle uçak için dağcılık lisansını kimlik olarak kabul ettiremezdim.

Diğer havalimanından gelen arkadaşlar çoktan otele yerleşmişlerdi. Yakındaki bir kafede Yüksekova Doğa Tutkunları ekibinin düzenlediği karşılama yemeğine katılmışlardı. Eşyalarımızı otelin lobisine bırakıp arkadaşlarımızın yanına gittik. Klos Dağcılık Yönetim Kurulu Başkanı Sönmez Erkaya, İstanbul’dan diğer tırmanış arkadaşlarımız ve Yüksekova Doğa Tutkunları ekibi ile bir araya geldik. Akşam yemeğinden sonra birlikte şarkı türkü söyledik. Harika gençlerle saz çalıp, türkü söyleyip, halay çekerek güzel bir akşam geçirdik.

Birinci Gün:

Sabah 2 minibüsle Yeşiltaş karakoluna geldik. Mehmetçikle tanıştık. Bizi sıcak karşıladılar. Komutan destekleyici konuşmasıyla moral motivasyonumuzu güçlü tuttu, bunun için minnettarız. 2013’de geldiğimde başka bir komutan kimliklerimizi alıp hepimize tek tek kendi isteğinle mi geldin diye sormuştu. Bunu güvenlik nedeniyle anlıyorum, ancak bu yaklaşım motivasyon açısından çok fark yaratıyor. Askerlerle hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra yüksek moralle sırt çantalarımızı yüklendik ve yola çıktık.

Cilo Yeşiltaş

Serpel yaylasına ulaşana kadar baştan sona yoğun batak karda ve kar yağışı altında yürüdük. Birçok çığ etabından geçtik. Bu manzaraya şahit olunca moraller düştü. İlk bölüm için durum böyleyse, sonraki bölümler daha problemlidir herhalde diye düşünmeye başladık… Gördüklerimizin Nepal veya Pakistan’daki Karakurum sıradağlarından hiçbir farkı yoktu.

Yanımda iç, orta ve dış olmak üzere 3 çift eldivenim vardı. Sadece orta katman eldivenin yeterli olacağını düşündüm ve bir çift eldiven takarak yola koyuldum. Akşama doğru elimdeki eldiven ıslandığından parmaklarımı üşütmeye başladı. Diğer eldivenler sırt çantamda ulaşması biraz zor yerdeydi. Kamp yerine ha ulaştık ha ulaşacaz derken üşenip eldiven değiştirmeyi sürekli erteledim. Hava karardığında ve rüzgar güçlendikçe acı duymaya başladım. Bu hatayı neredeyse parmak uçlarımı dondurarak ödüyordum. Buradan öğrendiğim ders, eldivenleri ne olursa olsun çantada kolay ulaşılacak yere koymalı!

Serpil Yaylası Kamp Alanına (2100m) 6.5 km’lik yol üzerinden 10 saat içerisinde ulaştık. Ancak burada hemen her yerde çığ riski mevcut olduğunu gördük. Kötünün iyisi bir yeri seçtik. Daha önce çığ düşmüş ve kar yükünü bir nebze boşaltmış bir yere hava kararırken çadırlarımızı kurduk. Sonra herkes uyku tulumunun içine girdi. O soğukta kaz tüyü uyku tulumlarının konforu öyle iyi geliyor ki anlatamam. Ana kucağı gibi…

İkinci Gün:

Ertesi gün hava aydınlanırken uyandık. Güneş henüz bizim çadırların üzerine vurmamış. 40-50m ilerimizde derenin diğer tarafındaki yamaca vuruyordu. Dağlarda güneş ışığı yakınızda ama henüz üzerinize gelmiyorsa, buzdolabının üst buzluk kapağının açılıp kapanması gibi ani ısı değişimleri hissedersiniz. Bu yüzden bizden çok uzak olmayan güneşin üzerimize vurmasını dört gözle bekliyoruz.

Bu sırada kahvaltı hazırlıklarına başladık. Çadır arkadaşımla dereden su getirmek için çadırın dışına çıktık. Dere kenarına geldiğimizde 3-4 metre kar yüksekliğinden dereye ulaşmanın imkansız olduğunu gördük. Boş pet şişeyi ipe bağlayıp dereye saldım. Pet şişesi çok hafif olduğu için dere içine batmıyor ve içine su dolmuyordu. 1.5 litrelik pet şişeyi yarım kesebilir veya yemek kabına bir ip bağlayıp dereye salabilirdik ama suyu dökmeden yukarı çekmek imkansız görünüyordu. Çünkü ip kuyu gibi dümdüz aşağıya inmiyordu. Orada bir istasyon kurup ip inişi yapmayı deneyebilirdik. Aç ve susuz olduğumuz için en zahmetsiz yöntemle suya erişmeye çalışıyorduk. Bu sefer termosuma bir ip bağlayıp dereye attım. Eskimoların balık tutması gibi bir görüntümüz vardı. Termosuma karabina takılabiliyordu. Termosoma ağız kısmında ufacık bir karabina vardı. Allahım bu özellik ne kadar hayat kurtarıcıymış. Burada tecrübe ettim. Termosla dökülmeden su çekip pet şişelere doldurmaya başladık. Bunu gören kamptaki diğer çadır sakinleri koşarak yanımıza geldiler ve ellerinde şişe/termoslarla su sırasına girdiler. Kamptaki herkesin tüm su ihtiyacını çadır arkadaşımla en ekonomik şekilde karşıladık. Dereden su çekemeseydik herkes kar eritmek için dağda en değerli eşyalarını, ocak kartuşlarını kullanıp gaz israfı yapacaktı. Kar suyunu içenler tadının ne kadar berbat olduğunu bilirler. Dağcılar kar suyunu eritip içine toz içecekler ekleyerek hem tadını iyi hale getirmeye çalışırlar hem de saf suda bulunmayan elektrolitleri dışarıdan takviye ederler. Buna gerek kalmadan istediğimiz kadar suya kavuştuğumuz için herkesin keyfi yerine gelmişti.

Ancak dünkü hava durumu ve çığ etapları nedeniyle morali düşen arkadaşlarımız devam etmek istemediler. Teknik toplantıda 6 kişi dönmeye karar verdi. Ocak kartuşlarını ve fazla yiyeceklerini aldık ve vedalaştık. Yerel rehberle geri döndüler. Biz de fazladan eşyaları bir çadırda bırakıp, diğer çadır ve sırt çantalarımızı topladık ve ardından kamp yüküyle yola çıktık.

2900 metredeki Horkedim yaylasına ulaşmak için, kamp yükü dolu sırt çantalarımızla yaptığımız 800 metrelik Azap Kulvarı adını verdiğimiz dik etap, bizim için büyük bir zorluk oluşturdu. Sırt çantam bir kurşun kadar ağırdı. 4 kişi kaldığımız çadırım 5.6 kg ağırlığındaydı ve sırayla taşıyorduk. Diz seviyesindeki kara, ayağı saplayıp kaldırmak petrol kuyusuna sondaj açmak gibi bir görüntüyü andırıyordu. Ayağımı kaldırıp bir sonraki adımı kara saplamak için gerildiğimde sırtımdaki kurşun gibi ağırlık beni geriye çekiyordu.

Uzaktan sürekli teleskopla takip altındaydık

Sırtta o kadar ağırlıkla karda iz açmak acı vericiydi. Parayla çekilecek eziyet değildi bu. Takım çalışması olmasaydı tırmanmak 1-2 gün daha uzun sürerdi. Takım çalışması ve inanç olmasaydı katır gibi bu kadar ağırlık altına girip eziyet çeker miydim sanmıyorum. Sonunda alkış ya da ödül yok. Bu iş gönül işi.

Sabah başladığımız tırmanış gece 22:00’e gelirken bitik bir halde kamp yeri bakarak devam ediyordu. Hedefimiz 2900’deki yaylaya varmadan 100 metre daha aşağıda, hafif eğimli bir yerde kamp attık. Ertesi gün dinlenme günümüzdü.

Üçüncü Gün:

Dinlenme günü uyandık. Kahvaltı yaptık. Günü ufak tefek işlerle ama dinlenerek geçirdik. Sönmez fotoğraflarımıza konu mankeni olarak güzel bir katkı yaptı. Ama bu ona güneş yanığı ağrısı olarak döndü. 🙂

50 faktörlü kremler olmadan böyle bir ortamda vücudu açık bıraktığınızda neredeyse anlamadan yanıyorsunuz. Solaryumdan daha etkili bir yer dağlar…
Kürekle kar bloklarını tuğla gibi kesip kadınlar ve erkekler için ayrı tuvaletler inşa ettik. Alaturka tuvaletler doğada büyük bir konfor ve güvenlik sağlıyor. Ancak İHA’lara karşı savunmasızdık 🙂
Öğlen tırmanış liderimiz Sönmez’in çadırında toplanıp teknik toplantı yaptık. Zirve taarruzu için gece saat 00:00’da kalkmaya karar verdik.

Hava karardığında herkes uyumak için çadırına çekildi. Ben farklı zaman dilimlerinde kolay uyuyabilen biri değilim. Çadır arkadaşlarım uyuyabilirken ben çoğunlukla gözlerim açık uyanık bekledim.

2013 yılında geldiğimde, İHA’lar sürekli kampımızın üzerinden uçuyordu. Doğanın kucağında o sessizlikte o kadar çok gürültü vardı ki, geceleri uyuyamadım. Teknoloji ilerlemiş herhalde bu sefer çok yukarıda uçuyorlardı ve ses düşüktü.

Dördüncü Gün:

Saat 01:00 civarı zirve kampımızdan hareket ederek zirve rotasına girdik. İleride gördüğüm her yükselti bitince ardından zirve hattını göreceğim umuduyla tırmanıyordum. Son derece yakın görünen tepelerden biri bitince artık tamam burası zirveye çok yakın dedim. Eyvahlar olsun başka bir tepe daha karşıma çıkıyordu. Zirve bir türlü görünmüyordu. 3700-3900 metre arası geçtiğim dik etap oldukçe yorucuydu. Üstümüzde güneşli, açık mavi bir gökyüzü, altımızda buzlu beyaz bir örtü var ama sanki ufuksuz bir çölde susuz kalmış gibi hissediyorum. Bir ara öndeki arkadaşıma, tepemizde turlayan şu İHA’lar soğuk su atsaydı ne güzel olurdu değil mi diye sayıkladığımı hatırlıyorum.

4000 metredeki platoya vardığımızda öğle vaktiydi. Önümüzde sadece 135 metre irtifa kalmıştı. Rotanın sırt ve kılçık hattını oluşturan ve 2-3 saatlik teknik tırmanış içeren yerine gelmiştik. İp birliğine girdik. En önde giden Sönmez, biri düşerse doğru şeyleri yapıp yapamayacağımızı görmek için ilerlerken rastgele bir anda “Dikkat” diye bağıracağım, o zaman herkes birinin düştüğünü düşünüp gerekeni yapsın dedi. Birkaç dakika sonra orta eğimli sırt hattında sırayla ilerlerken “Dikkat” diye bağırdı. Hepimiz aynı anda yere kapanıp kazmayı yere sapladık. Herkes tetikte olduğu için aynı anda refleks gösterebiliyordu.

Uzaktan kara bulutlar geliyor, hava akşama doğru bozulacak gibiydi. Sis bulutları aralıklarla zirve hattına geliyor ve geçiyordu. Tatbikat yaptığımız sırada bir sis bulutu geldi ama geçip gitmedi. Gerilim dolu anların geleceğini söylüyordu adeta. Görüş mesafesi 30-40 metreye düştü. Hoca refleksimizin iyi olduğunu ve hep böyle dikkatli olmamız gerektiğini söyledi.

Ayağa kalktıktan sonra, birkaç adım atmıştık ki ani bir çatırtı sesi ve deprem gibi kısa bir sarsıntı oldu! Ayağım yerinden oynamıştı sanki. Yamaçta büyük bir kar kütlesi aniden gürültü ve sarsıntıyla kopmuştu. Beraberinde yamaç üzerinden bir miktar karı da alıp uçuruma uçtu. Ön sıralarda yer alan iki kadın arkadaşımız sağımızda kalan kuzey yamacındaki boşluğa düştüler. Hepimiz hemen sola doğru yere atladık ve kazmalarımızı yere sapladık. Sürüklenme durduğunda kimse yerinden hareket etmedi. Kendimi bir film setindeymiş gibi hissettim. Ancak yaşananlar gerçekti.

Düştü, düştü diye bağrışmalar!
Her kafadan bir ses çıkıyor!
Kimse uçurumun kenarına gidip kontrol edecek cesarete sahip değil!
Beyaz düz bir tabaka halinde korniş var ama neresine kadar gidilebileceğini tahmin etmek zor.
Tekrar bir kopma olup aşağı uçmaktan korkuyoruz.
Ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgi dedikleri yer burası olmalı.
Hep o çizgi üstünde yürüyorduk ama şimdi o çizginin dışına çıkmıştık.

Hala oradalar mı yoksa uçuruma mı düştüler? Herkes gibi ben de yere yatmış pozisyonumu almış olduğum yerden olanı biteni anlamaya çalışıyordum. Arkama dönüp kimler eksik diye saymaya çalıştım. Kenan siper almış asker gibi mevzisinden kafasını kaldırıyordu. Kar sanki kendisine pusu kurmuş, bir sonraki ateşin nereden geleceğini tespit etmeye çalışıyordu. İpte biraz gerginlik var ama emin değiliz. Oltaya balık gelip gelmediğini anlamak için olta ipinin gerginliğini yoklarız ya aynı o şekilde ipi kontrol ediyoruz. Neden sonra iyi olup olmadıklarını bağırarak sorduk. O kadar aniden oldu ki hiç kimse bağırmaya fırsat bile bulamamıştı. Aşağıdan gelen çok zayıf bir ses vardı ama ne söylendiği anlaşılmıyordu. En azından hala hayatta biri vardı. Sönmez, herkese susun susun diye bağırdı. Sessizlik. Ve kendisi aşağıya seslendi. “İyi misiniz?” “…dkh jbfg..gdfsdsdfj” yine anlaşılmayan zayıf bir ses duyduk. Yüzlerce metrelik boşlukta iki arkadaşımız göbek hizasından ipe bağlı bir şekilde gökyüzüne bakar pozisyonda asılı durumdaydılar. Çantaları ve kazmaları uçuruma düşmüş. İyi olduklarını haykırıyorlardı ama bize sesleri çok az geliyordu. Ne düşünüyorlardı kim bilir? İnsan böyle anlarda, hayatının gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyor dedikleri o anı yaşıyor herhalde… Yoksa yarım kalmışlık, yaşanmamışlık veya bir daha aşık olamayacak olmanın hayal kırıklığı mı doluyor insanın içine? Bilmiyorum…Dakikaların saatler gibi geldiği anlardı bu anlar.

Yukarı tarafta Sönmez, kazma ile bir istasyon kurmaya başladı. İp üzerindeki ağırlığı istasyona aktararak emniyet aldı ve ip birliğinden çıktı. Hemen arkasında Recep abi (Kulaber) uçurumun çok yakınında yüzüstü yatıyordu. Boğazının üzerinden ip geçiyor ve sıkıca yere bastırarak nefes almasını zorlaştırıyordu. İstasyon kurulunca ön tarafta biraz rahatlama oldu. Düşenlerin hemen arkasında uçuruma en yakın duran kişide ağırlık devam ediyordu. Buradaki yükü almak gerekiyordu. Yükü binen önümdeki arkadaşım herhalde şoktan olacak iki kez ipten çıkayım mı diye sordu. Aklında ipten çıkıp ATC ile emniyet almak varmış. Ama bu mantıklı bir hareket değildi. Çünkü yamaçta aşağıya doğru yatıyordu ve ayağıyla destek alacak bir pozisyonda değildi. Onun arkasındaydım, yere yatmış olanları izliyordum.

Ve ipten çıkarsa bana gelecek yükü karşılamaya hazırlanıyordum. Hepimiz aynı anda itiraz edince ipten çıkmadı. Sonra Sönmez’in yönlendirmesiyle yavaşça sola süründük. Düşen arkadaşlar biraz daha yükselip yamaca yakınlaşmışlardı. Seslerini duymaya ve anlamaya başlıyorduk. Uçuruma ucunda karabina bağlı bir ip salladık ve yamaca en yakın kişiden onu yakalayıp emniyet kemerine takmasını istedik. İpi ilk salladığımızda arkadaşımıza ulaşmadı. Bu sefer ipte asılı arkadaşımız şoktan olacak herhalde, kendisine gönderilen karabina ulaşmadan bağlı olduğum ipten çıkayım mı diye sormaya başladı. Daha sonra ana ipin kornişin altına sıkıştığını öğrendik, bu yüzden ikisini birden yukarı çekemiyorduk. O sırada bize çok mantıksız gelen bu soruyu, meğer ipten çıkarsa diğer arkadaşının kurtulacağını düşündüğü için söylemiş.
Kendisini feda edip arkadaşını kurtarmak istemiş. Böyle anlarda insan nasıl kendini feda edebilir? İçimizde bir yerde gizli böyle şeyler olmalı… Normal zamanlarda çok bencil bir varlık olan insan, bazı anlar geldiğinde o gizli şey ortaya çıkıyor ve bir yakını, bir arkadaşı veya hiç tanımadığı bir başkası için canından vazgeçmek isteyebiliyor.

Neyse ki tek başına böyle bir karar almadan, denemelerimizin birinde gönderdiğimiz ucunda karabina bağlı ipi yakaladı, kemerine bağladı ve sonra diğer arkadaşıyla bağlı olduğu ipten ayrıldı. Ve ip kurtarma tekniğiyle önce ana ipten çıkan arkadaşımızı sonra diğerini yukarı çektik. Uçurumdan, bir elin yükseldiğini görmek film sahnesi gibiydi. Hepimiz arkadaşlarımızın aşağıdan tam parça gelmelerini ümit ediyorduk. Hayatta olduklarını görmekten hepimiz mutlu olduk. Kurtulan arkadaşlarımızın kucaklaşmaları ve sevinçleri duygusal anlara neden oldu. Kelimeler ile anlatılamayacak bir duygu durumu yaşıyorduk. Arkadaşlarımız, bir anda boşluğa düşmüşler biz ise yamaç kenarında kalmıştık. Bazen gerçekten manevi bir şeyin sizi koruduğunu hissedersiniz. Film sahnesini aratmayan 10-15 dakikalık olayda çok şükür herhangi bir fiziksel sağlık problemi yaşamadık ama zihinsel olarak oldukça etkilendik.

Sonra yere çömeldik ve bir daire oluşturduk. Herkesin görüşleri tek tek soruldu. Tamam mı, devam mı? Bazı arkadaşlarımız emek verip bu noktaya kadar geldik, yapabiliriz diyerek devam etmek istediler. Böyle bir dağ faaliyetine tekrar katılmak kolay değildi. Diğer sporlarda olduğu gibi dağcılıkta da antrenman yapılması gerekiyor. En az 2-3 ay önceden başka dağlara gidip antrenman tırmanışı yapılması, aklimitizasyon denen vücudun yüksek irtifaya hazırlanması süreçlerinden geçmek gerekiyor. Bunun dışında diğer bazı zorluklar da olabiliyor. Bir işte çalışan insanların iş yerlerinden izin alması, resmi makamlardan izin alınması, izinler halledilse hava şartları el vermeyebiliyor. Malzeme ve lojistiğe hatırı sayılır bir miktar para harcamak gibi zorluklar bulunuyor. Metraj yükseldikçe masraflar da artıyor. Örneğin 7000 metrenin üstündeki dağlar gökyüzüne yaklaşırken masraflar da gökyüzüne yaklaşıyor. Her denemede en az 20 bin dolar gibi astronomik sayıları gözden çıkarmak gerekiyor. Bir sponsor bulsa dahi bir dağcı kaç defa böyle deneme şansı bulabilir ki?

Hepimiz türlü zorlukların farkındaydık. Ancak çömeldiğimiz kayanın üzerinde en az birkaç metrelik kar birikmişti ve kayalık alanın nerede başlayıp nerede bittiği tam anlaşılmıyordu. Tamamen beyaz bir kar kütlesinin üzerinde yürüyeceğiz ama altı kaya mı boşluk mu belli değildi. Beyaz güzel olduğu kadar ölümcül de olabilirdi. Önümüzde, aynı olayı defalarca yaşayabileceğimiz bir sırt hattı duruyordu. Karadağ anlamına gelen Reşko zirvesi, beyazlara bürünmüş bizi çağırıyordu.

Az kalan enerjimizin neredeyse tamamını kurtarmaya harcamıştık. Zirve kampına dönebilir, dinlenebilir ve ertesi gün tekrar gelebilirdik. Ama yiyeceğimiz de yeterli değildi. Çoğunluk olarak tırmanıştan vazgeçtik ve geri dönmeye karar verdik. Dağ orada duruyordu. Başka bir kış sezonu tekrar gelip deneyebilirdik.

Burada ip birliği kararı eleştirilebilir. Ancak 3-4 kişi ile hareket ediyor olsaydık muhtemelen 3-4 arkadaşımız birden uçuruma giderdi. Fakat başka bir yerde aynı ipe bağlı çok fazla dağcı olsaydı, 3-4’ten daha büyük bir felakete neden olabilirdi. Buna çok dikkat etmek gerekiyor. Bu kararın çok isabetli alınması gerekiyor, aksi halde kurtarıcı olduğu gibi daha büyük felakete neden olabilir. Bizim durumumuzda ip birliğinde hafif arkadaşların öne konulması bilinçli ve önemli bir seçimdi. Önde ağır arkadaşlar olsaydı, düşüş olduğunda hepimizi uçuruma çekebilirlerdi. Hafif kişilerin öne koyulması doğru bir karardı. Ama orada aynı anda yere kapanarak tatbikat yapmamız hatalı bir karardı. Bu zayıflayarak kar kütlesinin kopmasını tetiklemiş olabilir, bunu geride bir yerde yapabilirdik. Belki bu da iyi bir olasılıktı, çünkü kar kütlesi tırmanırken değil de aynı izlerden dönerken inişte kopsaydı daha zor bir durum yaşayabilirdik.

Zirve kampımıza döndüğümüzde hemen çadırlara girip geceyi dinlenerek geçirdik. 18 saattir ayaktaydık ve dinlenmeyi hak etmiştik.

Beşinci Gün:

Ertesi gün hava ağarıyor. Saat 06:00 civarı hepimiz uyanıyoruz. Hayata yeniden dönmek ve güneşe uyanmak ne kadar güzel… 2 arkadaşımız akşama uçak biletleri olduğu için hemen geri dönüş yoluna çıkmak için sabırsızlanıyorlar. Keyifli bir kahvaltı yapmak istiyoruz. Onları yetişemezsiniz, ertesi günü gidersiniz diye ikna etmeye çalışıyoruz ancak işleri nedeniyle dönmek istiyorlar. Sönmez, yerel rehberle önden gitmelerine izin veriyor. Kahvaltının tadını çıkarıyoruz. Dağda sıcak bir şeyler içmek o kadar değerli ki anlatamam.

Kahvaltı yaptıktan sonra çadırları toplayıp yola çıkmak yaklaşık 2 saat sürüyor.
Ana kampa doğru ilerlerken uzaktan helikopter sesi duyuyoruz. Üstümüzden geçip etrafımızda turluyorlar. Güvenlik amacıyla görev uçuşu yaptıklarını düşünüyoruz. Helikopter görünce genellikle yapılan şey el sallamaktır ya… Yanlış anlaşılmamak için herhangi bir el işareti yapmama konusunda birbirimizi uyardık. Bize yakın bir yerde inişe başlayınca meraklı gözlerle birbirimize baktık. Çekinerek helikoptere doğru ilerledik.

Pervanelerin ürettiği rüzgar o kadar güçlü ki ayakta kalmak zorluyor bizi. Helikoptere binince bizim için geldiklerini öğreniyoruz. Bizi sürekli izliyorlarmış. Aceleyle önde ilerleyen 3 kişiyi görmüşler. Ve telsizle iletişim kurmaya çalışmışlar. Bize telsiz ile ulaşamayınca bir sorun olduğunu düşünmüşler.

Hepimiz helikoptere bindik ve 10-15 dakikalık bir uçuştan sonra bizi yüksek bir yamaçta konuşlanmış bir karakola indirdiler. Ana kampta bıraktığımız çadır ve eşyalarımız olduğunu söyledik. Onları almak için ben ve Sönmez helikopterde kaldık, diğer arkadaşlarımız karakolda dinlenmek için indiler, biz tekrar havalandık. Ana kampa vardığımızda helikopterin inebileceği düz bir yer yoktu.

Sönmez ile 2-3 metre yükseklikte helikopterden atlayarak çadırı sökmeye gittik. Ana kampta Husky marka çadırlar vardı. Uzun yıllardır ekonomik nedenlerle kullandığım bu çadır, helikopter pervanesinin ürettiği kuvvetli rüzgâr nedeniyle fiyakası bozulmuştu. Helikopter, rüzgar kuvveti en az 80 km olan bir fırtına etkisi yaratmıştı. Daha önce hiç bu kadar şiddetli bir fırtınaya yakalanmamıştım. Husky dikdörtgen yapıda yüksek bir çadır, bu yüzden konforlu ama şiddetli bir fırtınada ne kadar güvenilir olacağı soru işareti oluşturdu bende. Ayrıca keşke Sönmez’in kubbe yapıdaki efsane NorthFace çadırı yanında kurulu olsaydı, Husky ile nasıl yan yana duracağını merak ediyorum. Sönmez, NorthFace çadırını bir sonraki kamp alanına götürdüğü için oraya kurulmamıştı. Ana kamptaki çadırları söktük ve eşyaları hızla topladık. Bu arada helikopter hafif eğimli bir yer buldu ve mürettebat camdan dikkatlice etrafı kontrol ederek pilota arabayı park eder gibi helikopterin tekerleklerini yere değdirmesi için yardımcı oldular. Malzemelerimizi çalışan helikoptere taşıdık, hızlıca helikoptere atlayıp havalandık.

Üs bölgesine vardığımızda yine çalışan helikoptere diğer arkadaşlarımızı bindirerek direkt Yüksekova Garnizonu’na uçtuk. Önden giden arkadaşlarımız vadiye girdikleri için onları alamadık. Mehmetçiğin ilgisi ve yardımları bizi mutlu etti. Çay ve ikramlar bizi mest etti. Dağ ortamındayken birkaç dakika içinde uygarlığa ışınlanmış çaylarımızı içip gelen ikramları hüpletiyorduk. Değerli komutanlarımızla, tırmanışımız, bölgenin sorunları ve kış turizmine kazandırılması gibi birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik ve hatıra fotoğrafı çektik.

Bu sırada ilçe merkezinden çağırdığımız helikopterle (ha ha ha tamam gerçek dünyaya dönüyorum 🙂 normal 27’lik bir minibüs ile kaldığımız otele döndük. İşin ironik yanı, önden giden 3 arkadaşımız yürüyerek tam tur faaliyeti tamamladılar. Biz öğleden sonra 14:30 gibi ilçe merkezine ulaşıp otelimizde dinlenirken onlar daha vadiden çıkamamışlardı. Uçaklarını da kaçırdılar. Birlikte yaptığımız akşam yemeğine ancak yetişebildiler. Bu bahtsız arkadaşlar kim söylemiyorum fotoğraflardan belki tahmin edilebilir (Bir ipucu: Yerde kardan yansıyan ışınlara daha uzun süre maruz kaldıkları için yüzleri daha fazla yanmış olabilir 🙂

Altıncı Gün:

Ertesi gün sabah vedalaştık. Çoğunluk uçakla İstanbul’a döndü. Ben Sönmez’in oluşturduğu küçük bir ekiple önce Van’a sonra Bingöl’e gittim. Amacımız daha önce keşfettiğimiz donmuş bir şelaleye tırmanmaktı. Bütün gün şehirlerarası bir minibüste seyahat ile geçti. Pencereden baktığımda her yer bembeyazdı. Aracın teybinde Ahmet Kaya kaseti – Sensiz Yaşayabilmirem çalıyordu. Hüzün ve sessizlik aracın içini doldurunca Sönmez sıkılmış olacak hareketli bir türkü söylemeye başladı. Yolcular rahatsız olurlar hatta tatsızlık çıkar diye çekinmiştim. Ama Sönmez güzel söyleyince minibüs içinde bir itiraz olmadı. Diğer yolcular da beğendi. Hatta telefonla video çeken sosyal medyada canlı yayın yapanlar bile oldu. Sönmez şarkı türküyle samimiyet kazanınca soğuk ortam birden ısındı. Yolcularla 40 yıllık tanıdık gibi sohbet etmeye başladık. Elbette herkesin içinde bir derdi vardı. Kimisi hasta akrabasını görmeye, kimisi cezaevindeki eşini ziyarete gidiyordu.

Yedinci Gün:

Sabah erkenden Bingöl Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nü ziyaret ettik. Yetkililer ve Bingöl TDF İl temsilcisi arkadaşımızla tanıştık. Onların yardımıyla bölgede tam anlamıyla bir şelale avına çıktık. Ancak tüm şelalelerin soğuk hava şartlarına rağmen sadece ocak ve şubat aylarında donduğunu, diğer zamanlarda ise tırmanmaya elverişli olmadığını gördük. Kısa ama verimli Bingöl keşfimizin ardından uçakla İstanbul’a evimize döndük.

Tırmanışımız bazı yazılı basın ve internet medyasında haber olarak yayınladı.

Teşekkür

Bu büyük ve önemli kış faaliyetine emeği geçen, yardım ve desteğini esirgemeyen tüm kurum, kuruluş ve ip arkadaşlarıma şükran borçluyum. Cilo’ya tekrar geleceğiz, söz verdik. Çünkü dağ orada duruyor ve ona tırmanmak isteyenlere macera vaat etmeye devam ediyor.

Dip not: Cilo Dağlarıyla ilgili Fujifilm’in hazırladığı güzel bir film var, bu coğrafyayı merak ediyorsanız video adresini ekliyorum izlemenizi tavsiye ederim: https://vimeo.com/139283269

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]

19. Ölüdeniz Hava Oyunları Festivali’ne ilk defa katıldım.

50’nin üzerinde ülkeden 900’ün üzerinde pilot gelmiş ve günde yaklaşık 2000 uçuş yapılmış Babadağ’dan… Yamaç paraşütüyle birlikte Base jump (serbest düşüş), skydiving (gökyüzü dalışı), wingsuit (yarasa adam uçuşu) ve çeşitli akrobasi gösterileri yapan pilotları görmek, ilk defa bu kadar kalabalık pilotla beraber gökyüzünde uçuş yapmak beni çok heyecanlandırdı. Kalkış ve iniş trafiği stres yaratsa da dağdan uçup plaja iniş yapılan dünyada ilk 5 içerisinde olan böylesi güzel bir coğrafyada benim için rüya gibi bir hafta yaşadım.

Festivalde yamaç paraşütü başlangıç eğitimini aldığım Fenomen Sports‘dan Tuğcan ve Abdullah Yıldız hoca ile karşılaştım…

 19. Ölüdeniz Hava Oyunları Festivali’nde otelde kaldığım oda numarası… Resepsiyondaki arkadaşlar bunu uygun görmüşler 🙂 Pilot sertifikaları P1-P2-P3-P4-P5 diye sıralanıyor. P-3 orta seviye deneyimli pilot demek. Seneye yandaki oda P-4 benim 😋

Plajda belediyenin minibüslerini beklerken…20 TL ödeyip 1900 metre pistine çıkmak için bekliyoruz.

1900 metre Patara pistinde rüzgar gelmesini beklerken… Buna Parawaiting deniyor. Paragliding adına gönderme yapılarak bulunmuş. İnsanı sabır taşına dönüştürür. Derviş mertebesine erişen pilotlar olduğu söylenmekte 🙂

Bu da 1700 metre pisti. Tertemiz parke taşı serili… Fotoğraf çektiğim yerde seyir terası olan bir Cafe-Restaurant var. Dağda büyük konfor… 1900 metre pistine de benzer yatırım yapmaya değer bir yer Babadağ. En azından kalkış pistinin temizlenip düzenlenmesi ve pistlerin rüzgar hızı, yönü gibi take-off’un durumunu aşağıdan görmemizi sağlayan kamera ve göstergeler konulması buraya büyük hizmet olur. Babadağ’da toplam üç pist var. 1900 metre kuzey zirve pistinde rüzgar olmadığı zaman 1700 metre güney pistine iniyoruz veya tam tersi.

Festivalde 1700 metre pistinden uçuşuma ait kayıt ettiğim görüntüler aşağıdadır…

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


3500 kişinin bir arada olduğu bir yerde çalışıyorum. Hemen herkesi tanımak mümkün değil. Zamanla iş amaçlı yeni insanlarla tanışıyorum. Haliyle her insan farklı bir dünya gibi geliyor. Yeni birisiyle tanıştığımda genellikle muhabbeti hangi sporu yaptığına getiriyorum. Ve bununla ilgili bir hayali olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum. Bilgi paylaştıkça çoğalır diyorlar ya hayaller de paylaştıkça çoğalıyor 🙂 Tabii ki buradaki amaç bir başkasının hayalini birebir çalmak değil, o hayali kendi hayallerine eklemek için bir ilham aracı haline getirmek. Müzikte de böyle değil mi bu işler? Müzisyen yeni bir şeyler ortaya çıkarmak için bir çok farklı insanın çalışmalarını dinlemiyor mu… Benimki de benzer bir istek.

Yeni tanıştığım bir iş arkadaşım ile yaptığım kısa sohbet sırasında eşi ve çocuğu ile kano yaptığını öğrendim. Sırt çantasına sığan şişirilebilir kanoyu arabasının bagajına koyduğunu ve su olan her yere götürdüğünü söyledi. Dört bir yanımız deniz ile çevriliyken su sporlarına yabancı kalmak beni şaşırtıyordu. Açıkçası bu kadar kolay ve keyifli bir su sporunun yapılabileceğini bilmiyordum.
İlgilendiğimi görünce sağolsun bana bir tanıtım yapmak istedi. Hafta içi bir gün iş çıkışı sözleştik. Arabanın bagajına kanoyu ve 2 adet küreği atıp Ömerli barajına gittik.
Kanoyu 5-10 dakikada şişiren el tipi şarjlı pompalar var. Manuel pompalara göre emek ve zaman avantajına sahipler. Yaklaşık 15 dakika içinde her şeyi hazırladık ve suya girdik. İş stresinden sonra 1 saat içinde doğaya kaçmak ve bambaşka bir dünyaya geçmek, kimsenin olmadığı bir yerde huzur içinde hem gezinti hem spor yapmak ruhumuzu dinlendirdi. Yaklaşık 5 km. kürek çektik. Hava kararmak üzere olduğu için bu güzel geziyi daha fazla uzatamadık.

Bana uzun bir yol kat etmişiz gibi geldi ama haritaya daha sonra baktığımda barajın sadece %10’luk bir bölümünü dolaşmışız.
Bu keyifli etkinlikten sonra kendi kanomu almaya karar verdim. Ve ilk haftasonu hemen harekete geçtim. Arkadaşım Hakan ile ortaklaşa kanoya girdim 😉 Açıkçası kanoyu ortak satın almak mantıklı geldi. Kanoların bir – iki – üç kişilik modelleri var. Kanoda mutlaka bir misafiriniz olur diye en az iki kişilik alınmasını önerdiklerini öğrendim. Arkadaşınızla aktivite yapıyorsanız tek kişilik kano satın almak hem ekstra maliyet hem de taşıma açısından ekstra çaba demek. Tek başına kullanmanın verdiği zevk farklı olabilir ama 2 kişi kullanım daha konforlu oluyor.

Cumartesi

Cumartesi günü Hakan’la sözleşip Anadolu yakasında Ritm İstanbul alışveriş merkezinde bir spor mağazası olan Decathlon’a gittik. Bu kanoya 1250 TL + 2 kürek için 200 TL verip satın aldık. Ayrıca şarj edilebilir pompa da alacaktık ama Decathlon’da sıkça karşımıza çıkan bir durum… pompa kutusundaki aparat eksikti. Ellerinde açılmamış başka ürünleri yoktu. Mecburen motora atlayıp Decathlon’un Ataşehir’deki şubesine gittik. Şarj edilebilir pompayı orada eksiksiz bulduk, 100 TL verip aldık ve Ömerli barajına doğru yola çıktık. Göl kenarına vardığımızda tüm malzemeleri yere serdik ve kanoyu hazırlamaya başladık. Elektirikli pompa kanoyu şişirirken kendimden emin bir şekilde sevindim. İyi ki bunu almışız şimdi manuel pompa olsa amele gibi basacaktık dedim. Der demez pompanın sesi kısılmaya başladı. Hay bin kunduz!

Şarjı düşük, kanoyu artık şişirmiyor. Pompa kutusundan araç şarj kablosu çıktı ama bizim arabamız yok ki motorla geldik. Motorumuzun araç şarj çıkışı olmadığı için Hakan pompayı aldı, yakındaki bir köy kahvesine gitti ve pompayı şarj edip getirmesi 1 saate yakın sürdü. Geri döndüğünde, 1 saatlik şarjın da kanoyu tam olarak şişiremediğini gördük. Kano üç ayrı şişirilebilir parçadan oluşuyor. Tamamen şişirilmeden suya girmek mümkün değil. Böyle basit bir sebepten faaliyetimiz başarısız oldu iyi mi, kös kös döndük oradan.

Pazar

Ertesi gün Pazar… Nasıl hırs doluyuz. Pazar kahvaltısını yaptıktan sonra buluştuk. Elektirikli pompanın bir yalan olduğunu anladık. İstikamet yine Decathlon. Manuel bir pompa aldık. Yine de şarjlı pompayı akşamdan şarj edip yanımıza aldık. İstikamet bu sefer Ömerli barajı değil. Hem uzak kalıyor, hem birşey eksik çıkarsa dönmesi kolay değil. Caddebostan’da daha önce Hakan’la rüzgar sörfü kursu aldığımız bir yer vardı. Orası hem yakın, hem de oradan denize girmesi kolay olacağına karar verdik. Caddebostan’a geldiğimizde motorumuzu Marmara Yelken Kulübü’nün yanına park edip kendimizi bisiklet yolunun yanındaki çimenlere attık. Hava sıcak. Motor da yordu biraz. Kısa bir mola verdik.

Çimlere serilip dinlenmece faslından sonra, kanoyu sırt çantamızdan çıkarttık. Şarjlı pompa, bu sefer tam şişirdi. Manuel pompaya ihtiyaç olmadı. Onu da lazım olur diye kanonun içine koyduk. Sonra kendimizi denize attık. Deniz çarşaf gibi. Ama kano istediğimiz gibi gitmiyor. Yönü sürekli değişiyor. Allah Allah! Bu böyle kontrol etmesi zor değildi diye söyleniyorum. Ben keyif alamıyorum. Moralimiz bozuluyor. Sonra aklıma geldi. Kanonun altında 3 tane salma aparatı var, onları takmayı unutmuşuz. Salma, suda düz seyir etmeye yarıyor. Nasıl hırs yaptıysak, en önemli şeyleri aceleyle atlamışız. Neyse ki kıyıdan çok uzakta değiliz. Biraz fazladan mücadeleyle kıyıya çıktık, motorun bagajında unuttuğumuz 3 salmayı getirip kanonun altına taktık. Yine denizdeyiz. Oh be, dünya varmış, kürek çekince artık düz gidiyor. Hah şöyle, şimdi keyif almaya başladık.

– Çek kürekleri çek çek!
– İyi gidiyoruz yahu!

Rüzgar sörfçüleri adalara doğru yanımızdan yelken açıyor. Rüzgar sörfçü arkadaşlara da özeniyoruz, ancak şu an ilgimiz kano. Ne yapabileceğimizi ve ne yapamayacağımızı merak edip anlamaya çalışıyoruz.

İleriye bakıyorum. Yarışma mı var acaba, rüzgar sörfçüleri oldukça kalabalık toplanmışlar. Genellikle hafta sonu yarış olduğunda böyle kalabalıklaşıyorlar. Neyse, biraz daha açılalım bakalım. Kanonun kılavuzunda kıyıdan en fazla 300 m açılabileceğimize dair bir uyarı kalmış aklımda. Muhtemelen güvenlik nedeniyle böyle bir uyarı koymuşlar. Mesafeleri çok kestiremiyorum ama 300 metreyi çoktan geçmişizdir. Merak duygusu ağır basıyor. Birbirimize adalara gidebilir miyiz diye soruyoruz. Benim durumum iyi. Hakan da öyle. Hadi gidelim o zaman diyoruz. Gerekirse döneriz. Hakan önde ben arkada kürek çekiyoruz. Kıyıdan uzaklaştıkça apartmanlar küçüldüğü gibi, çarşaf gibi denizden de eser kalmıyor. Dalgalar ve akıntı, başa çıkılması zor bir probleme dönüşüyor.

Bir de boğaz trafiği var artık. Sağdan sola soldan sağa gelip geçen tekneler ve nadir de olsa büyük gemiler ve tarifeli vapurlar var. Onlar karaya paralel biz dikine gidiyoruz. Uzaktan gelen bir tekne gördüğümüzde hemen hesaplamalara başlıyoruz. Acaba bekleyelim mi yoksa küreklere asılıp geçmeye mi çalışalım? Genelde bekliyoruz. Bizi geçen teknelerin ve vapurların yarattığı dalgalardan kurtulmak için mücadele ediyoruz. Gelen dalgalara tam dikey olarak girmeye çalışıyoruz, aksi takdirde büyük bir dalganın dengemizi bozması ve bizi devirmesi ihtimali var. Ya da su almaya başlayabiliriz.

2 saatlik mücadelenin ardından Kınalıada’ya varıyoruz. Plajda oyun oynayan çocukların arasından karaya çıkıyoruz. Bizi gördüklerine şaşırıyorlar. Plajda güneşlenenler, nerden çıktı bunlar der gibi bakıyorlar. Kanoyu plajda bırakıp ağaçların altında gölgelik bir yer bulup dinleniyoruz. Caddebostan’dan Kınalıada’ya öğle vakti temmuz güneşi tepemizde iken şapkasız kürek çekerek geldik.

Hazırlık yapmadan akışına bırakarak buralara kadar sorunsuz geldik. Ancak yanımızdaki 2 adet 1.5 litrelik su şişemiz bitti. Yanımıza yiyecek almadığımız gibi para ya da cüzdan da almamıştık. Dönüşü tarifeli bir vapurla yapmayı düşündük ama paramız yoktu. Biraz zahmetli olacak ama yapacak bir şey yok. Tek yapabileceğimiz seve seve küreklere asılmak. Bu sefer bir değişiklik yapalım dedik, önde ben Hakan arkada, kanoyu suya indiriyoruz. Suya girdikten sonra ilk birkaç dakika hızlı ilerliyoruz. Dinlenmek mi yaradı acaba. Ya da bana öyle geliyor. Kıyıda dalgaların olmaması da bir sebep olabilir. Kıyıdan 1-2 km uzaklaştığımızda ızdırap başlıyor. Dalgalara karşı kürek çekmek zorluyor. Trafik artmış gibi sürekli bir tekne gelip geçiyor. Birinin geçmesini beklerken tekne aniden yönünü değiştiriyor. Bize doğru geliyor. Napıyor bu ya derken Cemal Kaptan isimli tekneden bize sesleniyorlar:

“- Bir sorun var mı gençler yardım ister misiniz?”
“- Yok yok sağolun…”

diye cevaplıyoruz; yoluna gidiyor. Bize ufak bir heyecan yaşatıyor Cemal kaptan.

Suyumuz bitti. Susuzluktan dolayı güneş altında kürek çekmek işkenceye dönüyor. Hakan, kürek çekerken üzerine su sıçrattığım için bana kızıyor. Denizdeyiz yahu, ıslanmaktan doğal ne var diyip tartışma başlatasım var. Survivor aklıma geliyor. Adada ilk zamanlar normal geçerken yaşam koşulları zorlaştıkça kavgalara tutuşmaları bundanmış demek. Keşke öne ben otursaydım. Yer değiştiremiyoruz. Çünkü kanonun dalgalar arasında dengesi çok güvenilir değil. Ayağa kalkmak ve dengede durmak zor.

Karşı kıyıda kerteriz alıp oraya kürek çekmeye çalışıyorum. Düzgün kürek çekemiyorum çünkü dalga nedeniyle kanonun burnu kerteriz aldığım noktadan sürekli sapıyor. Bir defa soldan kürek çekerken 2-3 defa sağdan kürek çekiyorum. Doğal olarak Hakan ile senkronize olamıyorum. Ayrıca, su sıçramasını önlemek için küreği denize fazla sokmadan yavaş ve dikkatli bir şekilde kürek çekiyorum. Hakan bu sefer ben kürek çekemiyorum diye sinirleniyor. Yok kürek çekmiyor muşum yok kendisi beni taşıyormuş falan filan. Başına güneş mi geçti nedir? Kürekle kafasına kafasına vurasım var! Kürek mahkumlarından beter oldum yahu! Dilim damağım kurudu. Tepemde dönen akbabaları görmeye başlamak üzereyim…

Görüntüsünden pahalı olduğu her halinden belli yelkenli yatlardan biri bize yaklaşıyor. İçinde şık giyimli kızlı erkekli bir grup var belli ki boğaz turuna çıkmışlar. Bir sorun olup olmadığını soruyorlar. Sorun yok diyoruz. Kibarlık kalmamış bizde, bir teşekkür etmek aklımıza gelmiyor. Ya da artık fazladan bir kelime söylemeye takatimiz kalmamış. Geldikleri gibi hızlıca uzaklaşıyorlar. Dışarıdan halimizi görenler acıyorlar demek ki. Ya da Hakan çok arkaya yaslanarak, hatta yatarak kürek çekiyor. Belki de bu yüzden bir sorun olduğunu düşünüyorlar, bilmiyorum. Bu sırada kanoda su birikmeye başlamış. 2 saat geçti ama yolun yarısındaydık. Hala karşı kıyıyı seçemiyoruz. Allah’ım kıyıya ulaşmak mümkün olacak mı? Kerteriz aldığımız noktaya doğru kürek çekmekten başka seçeneğimiz yok. Kanodaki biriken su miktarı artıyor. Nerden geliyor bu kadar su bilmiyorum. Popom suyun içinde kaldı, gömülüyorum. Kürek çekmek daha zorlaşıyor. Keşke su geçirmez bir poşet/çanta alsaydık. Telefon var yanımızda. Bunun gibi elektronik cihazlar için mutlaka su geçirmez torba kullanmak gerekiyor.

Biraz önceki yelkenli tekrar yanımıza geliyor. Bir kez daha yardım isteyip istemediğimizi soruyor. İç sesimiz “Evet, iyi olur, bizi de alın” derken neden bilmem bu dışarıya “Teşekkürler, her şey yolunda” olarak çıkıyor. Hayreti mucip. Batana kadar yardım istemeyeceğiz, pes etmeyeceğiz. Gururumuzun dibi boylaması kanonun batmasından daha kötü hissettiriyor.

Akşam serinliği ile birlikte sert rüzgar başlıyor. Ortam gerginliğini koruyor. Bana kanoyu tanıtan iş arkadaşım, rüzgar sörfü gibi gitmeye yarayan çok basit bir yelken aparatı olduğunu söylemişti. AliExpress’den almış çok ucuz bir fiyata, keşke yanımızda olsaydı diyorum. Kanonun ucuna takar rüzgardan faydalanabilirdik. Sonunda kıyı yaklaşıyor gözümüze. 4,5-5 saatlik mücadelenin ardından son bir gayretle karaya çıkıyoruz. Ama ne çıkmak! Kanodan inerken yorgunluktan sendeliyoruz. Ayakta duramayacak kadar bitmiş haldeyiz…Marmara Yelken Kulübü’nün içinde bir çeşmeye bağlı hortumdan temiz su bulup kanoyu yıkıyoruz. Ve sonra bir süre suyun süzülmesini bekleyip havasını söndürüyoruz.

Sahilde orta sınıf bir restorana giriyoruz. Üst başımız biraz kötü ama yedek kıyafetleri giyince ve yemek yiyince biraz kendimize geliyoruz. Yaşadığımız bu ilginç deneyim nedeniyle şaşkınız ve hararetli bir şekilde kritiğini yapıyoruz. Tekrar gelip bu sefer sahile paralel gitmeyi denemeye karar veriyoruz. Akşam karanlığında kanoyu motorun heybesine atıp evin yolunu tutuyoruz…

 

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Kim korkar doğada yalnız dolaşmaktan! Eskiden ormanda dolaşırken kaybolmamak için işaretler konulurmuş. İşte ufak bir dal kırılır, ağaca bez bağlanır falan…Teknoloji geldi ve işler değişti.
Bu videoda doğada yön bulma hakkında konuşuyorum ve Suunto marka GPS’li saat tanıtımı yapacağım. Piyasada iki iyi GPS’li saat bulunmaktadır: Suunto Ambit3 Peak ve Garmin Fenix. Daha düşük bir bütçe ayırabilenler, Xiaomi Amazfit modelini inceleyebilir, fiyat performans oranı iyidir kısa bir süre test ettim, öneririm.

There’s nothing to be afraid of solo hiking! In this video I talk about how to navigate outdoor and I am introducing the Suunto Ambit Peak 3 GPS watch. There are two good GPS watches on the market: Suunto Ambit3 Peak and Garmin Fenix. Those who have lower budgets can opt for the Xiaomi Amazfit model, I would suggest that price/performance ratio is good I have tested it shortly.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Masa tenisi raketime Spin’li yeni bir lastik aldım, kendimiz değiştiriyoruz. Yorumlarınızı ve sorularınızı bekliyoruz.

Kullandığımız malzemeleri şuradan aldık:

Su bazlı yapıştırıcı markası Free Chack Pro butterfly – https://www.spinspor.com.tr/free-chack-pro-37-ml

Masa Tenisi Raket Lastiği Marka ve Modeli: Stiga Calibra Lt Spin – https://www.masatenisi.com/stiga-33

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Aladağları özlemişim. Heybetli dağ silsileri ile yeniden buluşmak eski bir dost ile yeniden karşılaşmak gibiydi. Mehmet abinin sürekli hoplatan rahatsız traktör yolculuğunu bile özlemişim. Gerçi o traktör dönüşteki yorgunlukta limuzin gibi geliyor insana. Yanlarında drone getiren bir grup gördüm. Traktörle dönerken tepelerinde takip eden drone ile görüntü kayıt ediyorlardı. Bir de epey kalabalık -yaklaşık 45 kişi- üniversite öğrencilerinden oluşan bir grupla karşılaştık. İlk tırmanış faaliyetlerini yapıyorlardı.

Faaliyetle ilgili aklımda kalan ve mutlu son olarak adlandırabileceğim anı, dönüşte 3000 metredeki dipsiz gölde yüzme sefasıydı. Kampta ilk defa hazır yemek ve alevsiz ısıtıcı paketlerini denedim. Ve tatmin edici buldum. Artık ocak gerekmeyen tüm outdoor aktivitelerim için rasyon paketlerini (yabancılar kısaca MRE, Meal, Ready-to-Eat diyor) kullanacağım.
Bu paketler günlük beslenme ihtiyacını karşılayan ana yemek, yan yemek ve tatlı gibi menüler içeriyor. İlk defa sahadaki ABD askerinin yemek ihtiyacını karşılamak için geliştirilmiş. Doğada avcılık yapan, kamp yapan veya yelkenli ile denize açılan kesimden şehirde deniz kenarında balık tutana, doğal afet gibi acil durumlara kadar aklınıza gelebilecek geniş bir çerçevede kullanım alanı var. Lezzet anlamında normal ev yemeğinden pek bir farkı yok. Tabi kişiden kişiye değişebilir bu. En büyük artısı konserveye göre taşımada kolaylık avantajı var. Geniş bir yüzey alanı ile hacmi küçük bırakıldığından sırt çantamın herhangi bir gözüne rahatlıkla birkaç günlük yetecek yemek paketi yerleştirebiliyorum.

Haziran 2016 itibariyle yemek paketlerinin birim fiyatları hakkında bilgi vereyim. Piyasada istediğiniz zaman stok bulma sıkıntısı olabiliyor, sıkı takip etmek lazım. Ben paket raf ömrü uzun olduğu için (1-2 sene) ben ana üreticisinden toplu sipariş vererek aldım. Üretici firma adresi: http://www.unifo.com.tr
Bu da satış sitesi: https://store.tada.com.tr

Salsa Soslu veya Beyaz soslu tavuk: 4.8 TL
Kıyma soslu makarna: 3.7 TL
Barbunya pilaki: 3.85 TL
Üzüm hoşafı: 1.65 TL
Isıtıcı Kimyasal: 2.5 TL
Isıtıcı Poşet: 2.0 TL

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Teknik Malzeme: Kazma, Krampon, Kask, Baton, Kürek, Gps, Telsiz
Hava Durumu: Tırmanış süresince gökyüzü açık, sıcaklık gece en düşük -8 ile öğlen +2 derece aralığında, az rüzgârlı (5-10 km/s)
Kamp Yeri: Dağ Evi
Rota: Şeytan rotası
Tırmanış: 8 saat, İniş: 3 saat
Lider: Sönmez Erkaya
Ekip Sayısı: 20
Öneriler: Taş düşmelerine karşı sık aralıklarla mutlaka kafayı kaldırıp yukarıyı kontrol etmeli. İniş sırasında da düşen taş için artçı gözcülük yapmalı.

7 Mayıs 2016 Cumartesi:

Dağcılık filmlerinde her zaman heyecanlı şöyle sahneler olur ya, kahramanın ayağı kayar ve düşer son anda bir yere tutunur, yukarılardan bir şey düşer ve zor durumda kalır, bunlara benzer mutlaka bir aksilik çıkar, bu dağ o heyecanı size kesinlikle sağlıyor. Yerli bir Everest filmi çekilirse, herhalde bu dağ o filmin konusu olurdu. Çünkü Erciyes, kazaların son derece muhtemel olduğu bir dağ. Ben burda çoğu yerde kendimi Everest filmi sahnelerinde gibi hissettim. Bu dağ Everest’in yarısı kadar olan, zirvesi 3916 metrelik İç Anadolu’nun en yüksek dağıdır, ve sönmüş bir volkandır.

Aracımız cuma akşamı saat 23:00’te İncirli’den yola çıktı. Öğle vakti Kayseri merkezine vardık. Cumhuriyet caddesindeki bir restoranda meşhur Kayseri mantısı yedik. Daha sonra marketten su vb temel yiyecek/içecek alışverişimizi yaparak 2200 metredeki Erciyes Kayak Merkezi Tekir yaylası ana giriş kapısına doğru yola çıktık. Saat 16:00 gibi teleferiklerin kapanma saatine birkaç dakika kala kapıdan 5 TL’ye bilet alıp gondol ile 2400 metreye çıktık.

Dağ evine ulaşabileceğimiz diğer teleferik saat 15:30 gibi kapandığı için 2400 metreden kamp yükü ile yaklaşık 1.5 saat yürüyerek yaklaşık 350 metre irtifa aldık. 2750 metredeki dağ evine geldiğimizde Gebze Doğa Sporları Kulübüne (GEDOSK) bağlı 7 sporcu ile karşılaştık. Tanıştıktan sonra dağ evine yerleştik. 20 kişilik grubumuza mekan küçük gelince bir kısmımız dışarıda çadır kurdu. Yemek yedikten sonra saat 21:00 gibi uyuduk. Gece saat 01:00’de kalkıp yemek yedik ve hazırlandıktan sonra 02:00’de tırmanmaya başladık.

8 Mayıs 2016 Pazar:

Sırayla iz açarak gün ağarana kadar yavaş tempo ile yol aldık. Şeytan rotasının başlangıcına geldiğimizde Sönmez hoca, ekibin performansının kötü olduğunu ve dönmemizin daha uygun olacağını söyledi. Zaten birkaç gün önce yağan taze kar nedeniyle endişeleniyordu. Oylama yaptık. Ekibin çoğunluğu devam etmek için istekli olduğunu belirtince hoca da grubu geri döndürmedi.

Şeytan rotasından tek sıra halinde çıktık. Burada potansiyel çığ riski var. Sönmez hoca en geç saat 10:00’da zirvede olmamız gerektiğini yoksa döneceğimizi söyledi. Çünkü www.mountain-forecast.com adresinden hava raporunu kontrol ettik, öğlen hava bozuyor.


Bu kulvarda bir de taş düşmesi riski var. Güneş vurup hava ısındıkça yukarıdaki çürük kayalardan taş kopuyor. Sonra kartopu gibi yuvarlanarak hız kazanıyor. İlk taş tehlikesini bize çarpmasına 3-4 saniye kala fark edip atlattık. 2 yumruk büyüklüğündeki taş çok hızlı ve düz bir çizgide yuvarlanarak tam üzerimize geldi. Bowling oyunundaki labutlar gibi devrildik taş bizi sıyırıp geçerken. Birimize çarpsa kesinlikle vücuttaki birkaç kemiği kırardı. Burada tek sıra halinde ilerlemek ve kask takmak kesinlikle şart.

Sürekli kafayı kaldırıp yukarıyı kollamaktan konsantrasyonum bozuluyor. Zor adım atıyorum. Performansım düşüyor. Rotanın dikliği mi yoksa yediğim mantılar mı tıkadı beni anlayamıyorum. Grubun geri kalanında da tempo düşüyor. Akşamki 3-4 saatlik uyku da dinlenmemize yetmemiş olabilir.

Sönmez hoca saat 10:00’a gelirken son 1 saat, son yarım saat diye sürekli hatırlatarak stres yaratıyor. Acı çekerek tırmanıyoruz. Berk arkadaşımızın performansı iyi, önümde iz açıyor. Onu takip ediyoruz.
Zirveye az bir mesafe kalmış. Toz karla mücadele ediyorum. İleri bir adım attıktan sonra geriye kayıp tekrar hamle yapmak hem fiziksel hem zihinsel olarak bitiriyor insanı. Son metreler gel artık zirve …. diyerek söve söve geçiyor.

Sönmez hoca, diyafram nefesi almamızı söylüyor. Bu noktada yerinde bir tavsiye!. Tüm sporcuların ve sesi ile iş yapanların kullanması gereken bir şey diyafram nefesi. Aslında bebekken doğal olarak yaptığımız birşey bu ama sonra vücut tembelliğe meyilli olduğundan unutuyormuşuz. Çeşitli egzersizler var diyafram nefesini öğrenmek için, İnternette bulabilirsiniz.

Ve Zirveeee!

Saat 10:10 geçe 8 kişi zirveye ulaşıyoruz. Kılçıktan geçerken Sönmez hoca dikkat etmemizi söylüyor. Tarif ederken sağ taraf Adana tarafı ve yüzlerce metrelik sarp kayalık uçurum, sol taraf Kayseri ve ulaşım daha kolay diyor! Bu yüzden eğer düşersek Kayseri tarafını tercih etmemiz gerektiğini söylüyor. İronik olarak birkaç saniye sonra buradan geçerken bir ayağı takılıyor. Ve Kayseri tarafına doğru düşer gibi oluyor. Son anda dengesini koruyor, düşmekten kurtarıyor kendini Sönmez hoca.

En çok 10-15 kişinin durabileceği bir yer bulup toplu fotoğraf çektiriyoruz. Tam bu sırada tanışmadığımız 3 kişilik bir dağcı grubu daha zirveye ulaşıyor. Arkamızdan geçerken kar kornişine dikkat edin diyoruz. Dediğimizi anlamadıklarını görünce yabancı olduklarını fark ediyoruz. İngilizce nereden geldiklerini soruyoruz. Ukrayna’dan geliyorlarmış. Onları da tebrik ediyoruz.

Herkes fotoğraf çekme telaşında… Sönmez hoca acele ettirince fotoğraf çekmek için pek fırsat bulamıyoruz. Kara bulutlar ve sis geliyor diyor. Hava bir anda dönebilir. Gedosk klübüne bağlı arkadaşlar da zirveye ulaşıyor. Onları da tebrik ediyoruz.Sönmez hocanın ısrarlı dönelim istekleri ile birlikte zirve kalabalıklaşınca inişe başlıyoruz.


Aşağıdan başka bir grup dağcı ekibi daha geldiğini görüyoruz. Zirvenin altında dar bir boğaz var. Burada trafik kilitleniyor. Önce aşağıdakilerin tırmanışını bekliyoruz. Hava bozmak üzere. Gözümde Everest filmi sahneleri canlanıyor. Aha ikinci yarı kara bulutlar geliyor aksilikler başlamak üzere diyorum içimden. Bu sırada iniş için arka arkaya beklediğimiz Ukraynalı dağcılara dönüp nereden geldiklerini soruyorum. Kharkiv’den geliyorlarmış. Yanımızdan geçenlere dönüp aranızda postacı var mı diye sormak istiyorum ama korkuyorum. Ah postacı ahhh! Hem kendini yaktın hem başkalarını!
Trafik biraz rahatlayınca grubumuzdan deneyimi az olan bir arkadaşım iniş sırasında yardımcı olmamı istiyor. Ona doğru yardım için gidiyorum. Ekip çoktan yolu yarıladı. Hava kapandı artık görüş alanımızdan çıktılar. Arkada kalıyoruz. Adım atarken çekingen davranıyor. Elinde kazma olduğu sürece çekinmesine gerek olmadığını söyleyip cesaret vermeye çalışıyorum ve inişine yardımcı oluyorum. Bir dağcının silahı kazmadır.

İniş en hızlı nasıl yapılabilir?

Tabii ki kayarak. Hem hızlı hem de keyifli! Kazma emniyetiyle kontrollü bir şekilde kayarak birkaç dakika içinde şeytan rotası kulvarının başlangıcına iniyoruz. Neyse ki bu kulvarı kazasız atlatıyoruz. Bu sırada kar yağışı başlıyor. Dağ evine geldiğimizde kısa bir mola veriyoruz. Malzemelerimizi toplayıp kayak merkezi girişinde bekleyen aracımıza dönüş için yola çıkıyoruz.

Araca bindiğimizde bir arkadaşımızın gözünün birini açamadığını fark ediyoruz. Gözüne iğne batar gibi acı çekiyor. İniş sırasında google gözlüğünü bir süreliğine çıkarmış. Fark etmeden kar körü oluyor. Kayseri Eğitim ve Araştırma hastanesine uğruyoruz. Göz damlası verip rahatlatıyorlar.

Google gibi rahatsız edici gözlükleri bir süre çıkarmak gerekse bile normal güneş gözlüğüne geçmek lazım. Bir de beyaz kara pek bakmamak gerekiyor. Çünkü farkına varmadan kardan yüksek bir ışık yansımasına maruz kalınıyor. Sıradan bir güneş gözlüğü hiç çıkarılmasa bile gözlük altından ve kenarlarından ışık yansıyıp göze zarar verebiliyor. Bu yüzden dağda google veya göz çevresi kenarlarını tam kapatan normal gözlükleri sürekli kullanmakta fayda var.
Bu tırmanışı Anneler Gününde gerçekleştirdik. Zirvedeyken annelerimizi arayıp bu tırmanışı onlara armağan ettiğimizi söyledik. Ayrıca bu tırmanışı tüm dünya annelerine armağan ediyoruz…

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Bu dağa en son 2013 yılı mayıs ayında gelmiştim. Zirveye az bir mesafe varken fırtına patlamıştı. Ve geri dönmek zorunda kalmıştık. Neyse ki bu sefer hava güzeldi ve benim için iyi bir antrenman oldu bu faaliyet.

Isparta Dedegöl dağı kamp alanı manzarası muazzam güzel bir yer. Dağcılık klüpleri ile yeni başlayanlar için çok uygun bir yer. Tam bir eğitim ve başlangıç yeri. Madem dağcılığa yeni başlayanlar için burasını önerdim yeri gelmişken yeni başlayanlar için önemli bir uyarı yapayım…

Dağcılık sporu riskli bir spor dalı olduğu gibi diğer spor dallarında olduğu gibi dikkat edilmezse uzun dönemde bazı sağlık problemleri yaşayabileceğiniz bir spor dalıdır. Süreç içerisinde çevremde çoğu kişinin diz kapağı ve çevresinde sorunlar yaşadığını gördüm. Dizdeki yaşanan bu sorunlar, sporcu hastalığı olarak bilinen menisküs yırtıklarıdır. En çok ani hareketler içeren (futbol, golf gibi) veya uzun süreli dayanıklılık gerektiren (dağcılık gibi) sporlarda karşımıza çıkıyor. Menisküs, dizdeki alt ve üst iki kemiğin arasındaki süspansiyon vazifesini gören beyaz kıkırdağın yırtılması ile oluşuyor. Hepimizde bir miktar yırtık oluyor aslında. Belli bir aşamadan sonra artık bu yırtıkların fazlalığı sorun oluşturuyor. İlk ciddi belirtisi genellikle dizde kilitlenme ve ağrı ile anlaşılabilir.

Menisküs’ten korunmak için adaleleri kuvvetlendirmek önemli. Özellikle diz çevresindekiler ile bacaktaki tüm adaleleri egzersizlerle güçlendirmek gerekir. Bu squat olur, hergün belli bir sayıda tekrarla dizi indirip kaldırmak olur, bisiklet pedalı çevirmek olur, hepsi olur bunlar bacaktaki kasları geliştirir…

Önerim diz sağlığınızı korumanız için mutlaka ayak bileğinizden belinize kadar tüm kaslarınızı yavaş yavaş bilinçli bir şekilde geliştirin. Zayıf kaslarla ve antrenmasız bir şekilde bu sporları yapmaya başlarsanız büyük olasılıkla menisküs, fıtık gibi sağlık problemleri yaşamanız yüksek olasılıklıdır. Ha menisküs yırtığı oluşursa bu dünyanın sonu değil. Artroskopi veya proloterapi gibi yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Ameliyat olup tekrar sahaya dönen futbolcuları duymuşsunuzdur.

Ben tırmanış sırasında destek olması için dizlik kullanıyorum. Bazen de diz çevresine aşağıdaki gibi Kinesiology bantlarından yapıştırıyorum. Bu bantları kıllı deriye yapıştırıp sonra çıkarması zor oluyor bu yüzden fotoğraftaki gibi altına eczanelerde satılan sargı bezinden alıp koyulabilir.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Teknik Malzeme: Kazma, Krampon, Kask, Baton, Gps, Telsiz
Hava Durumu: Tırmanış süresince gökyüzü açık, sıcaklık -5 ile -9 derece aralığında,  az rüzgârlı (10-15km/s)
Kamp Yeri: Karbeyaz Otel Yanı (1890m)
Rota: Dağın kuzey yüzü, Yılankar adlı rota
Tırmanış: 6 saat,  İniş: 5 saat
Lider: Sönmez Erkaya
Ekip Sayısı: 26
Öneriler:– Kış tırmanışı için kar yağış durumu takip edilmeli, kar yağışından sonra havanın uygun olduğu bir zaman dilimi seçilmelidir.

25 Aralık 2015 Cuma:

Minibüsümüz akşam 23:00’da İncirli’den hareket etti. Arkadaşlarımızı önceden belirlenen duraklardan alarak devam ettik. Aramızda ilk kış tırmanışını yapacaklar vardı. Herkesin keyfi yerinde ve pozitif enerjiliydi. İlk molamızı Bolu’da yaptık.

26 Aralık 2015 Cumartesi:

Aksaray’a sabah 07:00 gibi vardık. Sıkı bir kahvaltının ardından şehirde market alışverişi yaptık. Çadır gruplarına göre ortak yemek alışverişi yaptık. Daha sonra gözlemlediğim kadarıyla bu planlamada başarılı ve başarısız olanlar vardı. Bazı gruplar 2 günlük aktivite için az yiyecek alırken, bazıları da 3-4 gün yetecek kadar fazla yiyecek aldı. Su takviyesi de yaparak, GPS cihazımızda Helvadere yolunu işaretleyip hareket ettik. Helvadere kasabasına vardığımızda meydandaki kahvede oturup mola verdik. Yerel insanlar dost canlısıydı oturup keyifli bir sohbet ettik.

Bize Hasan Dağı ile ilgili dilden dile aktarılan şu hikayeyi anlattılar. Hikayeyi dinledikten ve çaylarımızı bitirdikten sonra kahvedekilerle vedalaştık. Bu arada Sönmez hoca, yolun kapanması ihtimaline karşı traktörü olan bir kişinin iletişim bilgilerini aldı. Karbeyaz otelin yanında kamp yapacağımız bölgeye gitmek üzere hareket ettik. Kamp alanına vardık ve çadır kurulumlarına başladık. Yerleşim işleri bittikten sonra ekip halinde kulvar girişine doğru keşif yürüyüşü yaptık. Ayrıca kısa bir kazma, krampon eğitimi gerçekleştirildi. Eğitimin ardından kamp alanına döndük. Kamp alanının etrafında taş barakalar var. Nispeten rahat sayılabilecek bir şekilde sıcak ve korunaklıydı. Burada ocaklarımızı açtık ve yemeğimizi pişirdik. Bu sırada Ereğli Dağcılık Kulübü’ne (ERDAK) bağlı büyük bir grup Karbeyaz Otel ve yanında kamp kurdular. Akşam 18:00 gibi uyku tulumlarına girdik. Birkaç saat çadır içi sohbet vb. ile geçti. Saat 22:00’den sonra mutlak sessizlik istendi.

27 Aralık 2015 Pazar:

Sabah 03:00’da kalktık. Yemek yedik ve malzeme hazırlıklarına başladık. Önde ve arkada yürüyecek arkadaşlarımızı belirledik ve 04:30 gibi tek sıra halinde yürüyüşe başladık. Dolunay olduğu için etraf aydınlıktı. Havanın açık olması ve sisli olmaması bizim için iyi oldu. Yürüyüş sırasında toz kar olan bölgeler ile çoğunlukla kar olmayan yerlerden geçtik. Kayda değer kar ve buz olmadığı için krampon takmaya gerek olmadı. Yılankar rotasının kulvar başlangıcına kadar rahat bir şekilde vardık. Bu arada aklımdan şu düşünceler geçmeye başladı; dağa yaklaşma mesafesi çok kısa, herhalde terlemeden faaliyetin biteceğini düşünmeye başladım. Bu volkanik dağların klasik yapısıdır. Kulvar girişinden itibaren dik eğim başlayınca bu düşüncem değişti. Tabii etap boyunca düz bir zemin bulunmuyor. İrili ufaklı birçok çarşak denilen taşlar ile büyük kaya bloklarının üzerinden geçmek için mücadele ettik. Takımın en çok güç tükettiği yer burasıydı. Birkaç taş düşme tehlikesi atlattık ancak ciddi bir aksilik yaşamadık.

Volkanik krater çanağına ulaştığımda, sırttan batıya döndüm. Karşımda gördüğüm ilk tepeye doğru yürümeye başladım. Birkaç dakikalık uzaklıkta önümde ilerleyen Sönmez hoca beni gördü ve seslenerek kendisini takip etmemi istedi. Gittiğim yer Hasan Dedenin mezarının olduğu söylenen küçük zirve (3235m) imiş. Saat 10:00 gibi birkaç dakikalık aralıklarla bütün ekiple birlikte büyük zirveye (3268m) ulaştık. Birbirimizi tebrik edip fotoğraf çektik. Manzarada Erciyes ve Aladağlar Demirkazık’ın zirvesini net bir şekilde görebiliyorduk. Zirve defterini bulamadık. Küçük zirvede olduğunu sanıyorduk. Gidip oradan getirmeyi düşündük ama nerden baksan 1 saat alırdı.

Aktivite sonunda Ihlara vadisi turu yapmayı planladığımız için vazgeçtik. Türk bayrağı zirveden 2 metre daha aşağıda bir yerdeydi. Direkle birlikte bayrağı alıp tam zirveye yerleştirdik. Aynı rotadan inişe geçtik. Yan basarak, yer yer kontrollü kayarak, yüzüstü dönüp merdiven iner gibi ilerleyerek her türlü iniş yaptık. Çıkarken iz açabilecek miktarda kar olmayınca inişte de topuk basarak inme rahatlığı yaşayamadık (Dönüş bana görece daha uzun geldi. En iyisi yamaç paraşütü ile iniş yapmak ama bakalım ne zaman yapabileceğim bunu). Kampa dönüş 16:00-17:00 saatleri arasında tamamlandı. Çadırları topladık ve faaliyeti bitirdik. Sonra dönüş yolculuğuna başladık.

Çatalhöyük’te 1960 yılındaki kazılarda bulunan yandaki bu çizim Hasan Dağı’ndaki iki tepeli volkanın lav püskürtmesini gösterdiği ileri sürülüyor. MÖ 6600 tarihli bu resim Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. 2013 yılında Hasan Dağı’ndan alınan taş örnekleri analiz edilmiş ve MÖ 6900 tarihinde volkanın aktif olduğu keşfedilmiş. O zaman Hasan Dağı’ndan 130 km uzakta bulunan Çatalhöyük’te yaşayan insanların volkan patlamasına şahit oldukları ve bunu resmettikleri anlaşılmış.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]

Yamaç paraşütü sporuna başlangıç yaptım. Daha önce uçak yolculuğu ve askeri helikoptere binme hariç hiç uçuş yapmamıştım. Yükseklere olan tutkum nerden geldi bilmiyorum. Babamda yükseklik korkusu var. Balkona cama çıkamıyor. 2-3 metre yükseklikten bile aşağı zor bakıyor. Benim fotoğraflarıma ise hiç bakamıyor. İyi ki böyle şeyler genetik değil, babadan oğula geçmiyor.

İş arkadaşım Hakan, yamaç paraşütü eğitimi var haydi gidelim diye çıkageldiğinde doğal olarak duraksadım. Önce bir tandem (tecrübeli bir pilot ve yolcu ile yapılan iki kişilik uçuş) nasıl bir şey görelim diyerek frenlemeye çalıştım çünkü Hakan çoktan uçmaya başlamıştı bile. Bana bu fırsatı her zaman bulmanın kolay olmadığını anlattı. Benim aklımda, bu işi öteleyip daha fazla araştırma yapma düşünceleri vardı.

Ama Hakan’ın sürekli espriyle karışık kucakta mı uçacaksın dokundurmalarına daha fazla direnemedim. Birlikte eğitime katılmaya karar verdik. Öncesinde biraz evrak hazırlama işleri falan oluyor. 5’li uzman doktor heyetinden sağlık raporu almak gerekiyor. Hastane işleri bildiğiniz gibi zaman alıcı şeyler. Muayene sırasında aklıma hep “peki uçabilecek miyim doktor bey” esprisi yapmak geldi ama yanlış anlaşılıp bu çocuğun pisikolojik sorunları var herhalde diye düşündürmek istemedim. Nihayetinde üstünde “Paraşütle uçuşa ve atlayışa elverişlidir” yazan raporumuzu aldık. Başında paraşütle olduğunu belirtmeleri yerinde olmuş; genel bir ifadeyle yazılması komik olabilirdi 🙂

Eğitimin ilk günü uçuş yapılan tepede tecrübeli sporcuları izlemeye gittik. İlk defa böyle bir ortam görüyorduk. Biraz korktuk açıkçası. Burada bu iş bana göre değil diyen ve eve dönen arkadaşlarımız oldu. Doğal olarak bende de bir korku oluştu. Ancak bu gibi durumlarda etrafa korku yayan iç ve dış seslerden uzaklaşmak en iyisi. Yoksa beyin, bahaneler üretip vazgeçirmeye çok meraklı bir organ. Eğitimin en önemli kazanımı belki de bu oldu. Daha önce hiç bilmedeğimiz bir konuda bize cesaret aşıladı. Yamaç paraşütü, kendi başına deneme yapılma yöntemiyle veya bir arkadaş yardımıyla öğrenilen bir spor değil. Mutlaka bu işi bilen, profesyonellerden yardım alınması gerekiyor.

Biz de başlangıç eğitimi için Fenomen Air Sports kulübünden yardım aldık. Eğitim yeri İstanbul’a araçla 2 saatlik uzaklıkta Sakarya’nın Serdivan ilçesinde bulunuyor. Eğitim teorik ve pratik olarak iki kısımda yapılıyor. Teorik dersler şehir içinde firmanın derslik olarak kullandığı yerde yapılıyor. Uçuşlar 240 metre rakımlı Kırantepe’de yapılıyor. Bu tepe ile Fenomen Air Sports dersliği arası araçla 5 dakikalık mesafede. İstedikleri zaman hızlıca tepeye gidip gelinebiliyor. Haftasonu Kırantepe’ye yerel halk da geliyor, uçuşları seyrediyorlar ve tandem uçuş yapabiliyorlar. Bu tepenin güzel bir özelliği var. Kalkış noktasından havalandıktan sonra aynı yere iniş yapılabiliyor. Tandem uçmak isteyenleri kalkış yaptıktan sonra 20-30 dakika uçurup sonra tekrar aynı yere iniş yapıyorlar. Böylece tepenin aşağısındaki iniş alanına inip oradan tekrar araçla gelme gibi bir zaman kaybı olmuyor. Güzel bir uçuş ekosistemi kurulmuş. Şenlik havasında geçiyor haftasonları…

Abdullah YILDIZ hoca =>
2003-2009 yılları arasında Türk Hava Kurumunda eğitmenlik yaptıktan sonra 2010 yılında Fenomen Air Sports’u kurmuş.
Uçuş yaptığımız ilk gün, hepimiz ilk uçuşları tamamladıktan sonra aşağıda iniş alanında toplandık. Öğlen vakti geldiği için ara verip bir AVM’de yemeğe gitmeyi planlıyorduk.Abdullah hoca son kişi olarak tepede kaldığı için onun da gelmesini bekliyorduk.

Abdullah hoca telsizle firmanın aracını kullanarak yemeğe gitmemizi söyleyen bir anons geçti. Ardından da “Ben uçarak size yetişirim” dedi. Hepimiz güldük. Espri yaptığını sanıyorduk ama gerçek çıktı. AVM’ye vardığımızda hemen arkamızdan o da yamaç paraşütüyle süzülerek geldi ve otoparkın yanındaki boş alana iniş yaptı.

Hepimiz hayranlıkla bakakaldık. Vay arkadaş ne hayatlar yaşanıyor dedim içimden. Bir yandan da aklıma Gülen Gözler filmindeki Vecihi karakteri geldi 🙂 AVM’nin teras katına inebilirmiş aslında (İzin vermiyorlarmış), o zaman bizden önce yemek siparişlerini verirdi herhalde 🙂

Başlangıç sertifikası alabilmek için önce 20 saatlik bir teorik ders alınıyor. Öğrenilenlerin test edileceği bir sınavı geçtikten sonra yer çalışmaları başlıyor. Bu aşamada ayakların yerden kesildiği 6-7 metrelik alçak bir tepede çalışmalara başlanıyor. En yorucu kısım yer çalışmaları. Burada da genel gidişat iyiyse Kırantepe’de uçuşlara başlanıyor. Sertifika alabilmek için aşağıdaki videodaki gibi en az 7 adet yalnız uçuş yapmak gerekiyor. Uçuş sırasında eğitmen ile sürekli bir telsiz bağlantısı açık oluyor. Eğitim sonunda başarılı olanlara uluslararası geçerliliği mevcut olan FAI ve THK onaylı Yamaçparaşüt Başlangıç Sertifikası veriliyor.

Eğitim sırasında yer çalışmalarında sırtımda bir kanat taşımaya ve ona direnmemeye zor alıştım. İlk başta bir at gibi ona hükmedebileceğimi sanıyordum. Sonra yanıldığımı anladım. Yeri gelmişken paraşütlerin kumaş kısmına kanat veya kanopi deniyor. Konuşmalarda paraşüt değil daima kanat kelimesi geçer.

İlk uçuş öncesi ne olacağını bilmediğim için bir gerginlik yaşadım. Ancak sonraki uçuşlarımda adrenalinle birlikte keyif duymaya ve tekrar tekrar uçmak istemeye başladım. Eğitim sırasında kanat ve diğer tüm malzemeleri size eğitim aldığınız yer sağlıyor. Ancak başlangıç eğitimi sonrası bu spora devam etmek istiyorsanız sizden kendi uçuş malzemelerinizi satın almanız bekleniyor.

Bir kartal için süzülerek yere inmek sıradan bir olay. Bir insan için aynı duyguyu yaşamak heyecan verici bir deneyim.
Eğitim sırasında başka bir grup Abdullah hocadan izin alarak drone (yerden kumandalı hava aracı) ile özel video çekimi yaptılar. Görüntüleri biz de istedik sağolsunlar verdiler. Onların çekim yaptığı sırada bizim uçuş da denk gelmiş. Görüntüler belgesel çekimi gibi ve güzel.

1 haftalık eğitim süresince Serdivan akşamlarını kafe ve restorantların olduğu ana caddesinde geçirdik. Burada Mavi Durak Izgara isimli bir yerde ekmek arası arnavut ciğeri yedim. Çok lezzetliydi. Ya da gün boyu yorulup acıktığım için bana ne yesem lezzetli gelecekti bilemiyorum. Mekanda yemek kamyonu şeklinde dekorasyon yapmışlar. Dünyadaki trendler burada da yakından takip ediliyor. Başka yerlerde de yemek yedik. Farklı konseptte restorantlar var. Bir tanesinin konsepti çalışan giysileri ve dekarasyonu dahil herşey Redkit ve Dalton’lar üzerineydi.

Bu yazıyı hazırladığım sırada Türk cerrah Mehmet Susam’ın Wingsuit ile Alpler’den atlayışında öldüğü haberini okudum.Hem değerli bir doktor hem de 20 yıldır paraşüt atlayışları gerçekleştiren tecrübeli birinin kaybı hepimizi üzdü. Wingsuit ile bir tepeden atlayış ve kayalıklara yakın uçuşlarda hep tecrübeli kişilerin hayatını kaybetmesi bu sporun teknolojik açıdan gelişmeye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

Yamaç paraşütünde acil durumlar için yedek kanat taşınıyor. Acil durumlarda onu çekip açabiliyorsunuz. Bir de güvenlik açısından şöyle bir durum var: Kanatlar başlangıç, orta seviye veya performans denilen cinste üretiliyor. Başlangıç seviye kanatlar bazı pilotaj hatalarını düzeltebilen güvenilir özellikler içeriyor. Pilotun yaptığı ufak hataları kanatın kendisi tolere edebiliyor. Ancak Wingsuit’de herhangi ufak bir hatanın telafisi yok. Yamaç paraşütündeki gibi bir tasarım veya yardımcı başka araçların Wingsuit için geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Ben yamaç paraşütünü dağ faaliyetlerimde zirveye tırmandıktan sonra iniş kısmında kullanmayı hayal ediyorum. Yabancıların deyimiyle Hike & Fly. Zaten yamaç paraşütünün ilk çıkış amacı da bu. Rüzgar hızı 30 km/s üzerinde olduğunda uçuş limitlerini geçmiş oluyor. Dağ koşullarında yüksek irtifadaki rüzgarlı ve stabil olmayan hava koşullarında uçmak için epey tecrübeli olmak gerekiyor.

Uçuş için şu malzemeler gerekiyor:
Kanat + ipler + yedek paraşüt + kask + kolon iplerinin bağlandığı, sırta geçirilen ve harnes olarak adlandırılan uçuş koltuğu. Bunlara ortalama 2000-3000 euro bütçe ayırmak gerekiyor. Günümüzde en hafif malzemeler kullanıldığında yaklaşık 6 kg kadar bir ağırlığı var bu malzemelerin. Tırmanış sırasında ciddi bir ağırlık bu. Normal bir ekipmanın 12-13 kg. kadar ağırlığı var. Standart uçuş koltuğu yerine tırmanışta kullandığımız emniyet kemeri çok kolay bir şekilde özel üretim yapılabilir tahmin ediyorum. Kask da zaten tırmanış için götürdüğümüz standart bir teknik malzeme. Sonuçta uçuş için ekstra 3-4 kilo’ya kadar inebilir taşıyacağımız malzemeler. İleride daha hafif ve ekonomik ürünler üretilmesini heyecanla bekliyorum…

Bu eğitim sayesinde Aerodinamik ve meteroloji ile ilgili güzel bilgiler de öğrenmek mümkün oluyor. Türk Hava Kurumunun hazırladığı Yamaç Paraşüt el kitabı burada var. İçinde güzel bilgiler var; okumanızı tavsiye ederim.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]

Dağcılık – Tırmanış Ekipman Envanterim:

Burada görsel olarak oluşturduğum envanteri güncel tutuyorum. Aktivitelere gitmeden önce gözden geçirip yanıma almam gereken birşey unutmamam için bana fayda sağlıyor. Kişisel yorumlarımı da ekledim belki size alımlarınız için bir fikir verebilir.

Dış Giyim The North Face Himalayan Parka
Dış Giyim:
The North Face Himalayan Parka

Tunç Fındık deyimiyle Sekiz binlik hırka! Hakkını veriyor. 3-4 tane alıp değiştire değiştire giysem keşke, çok seviyorum.
Pantolon The North Face M Trekker Convertible

Pantolon: The North Face M Trekker Convertible
Paçaların katlanarak boy ölçüsünün kolayca ayarlanması, diz tarafındaki fermuarlar açılarak şort haline gelebilmesi harika özellikler! Bu özellikler kolay kolay bulunmuyor artık. Çok kez tırmanış sonrası dizlerden pantolonu açıp şort yaptım ve denize, göle girdim bu şekilde. UPF Morötesi (UV) ışınımı koruması ve nemin daha hızlı buharlaşmasını sağlayan Quickdry özelliği çok iyi. Hakkını misli ile veren bir pantolon oldu benim için. Aynı pantolondan 2 tane aldım, keşke 10 tane alsaydım diye düşünüyorum bazen çünkü kolay bulunmuyor artık.
Dış Giyim The North Face Himalayan Parka
Teknik Ceket 1:
The North Face – Torre Egger Futurelight Teknik Ceket

Goretex yerine North Face’in geliştirmiş olduğu ve bazı bağımsız labarotuar testlerine göre 3 kat daha iyi yüksek nefes alabilirlik ve %100 su geçirmezlik sağlayan Futurelight astar kullanılarak üretilen bir model bu. Kol uç kısımdaki velcro bantlar uzun yıllar kullanımda ilk deforme olup giden kısımdı burada geliştirme yapmışlar iyi olmuş.
Teknik Ceket: The North Face Observatory
Teknik Ceket 2:
The North Face Observatory

Goretex membranın özelliklerine ek olarak bir hardshell cekette olması gereken tüm özellikleri barındırıyor. Kollarınızı kaldırsanız bile ceket yukarı toplanmaz. Kaskla kullanıma uygun başlık, arka ksıımdaki elastik büzgüler ile tek el ile kontrol edebileceğiniz şekilde tasarlanmış. Koltuk altlarındaki fermuarlar ile ceket içinde oluşabilecek su buharının tahliyesi hızlıca yapılabilir,

Dağ Botu:Scarpa Mont Blanc GTX
Dağ Botu: Scarpa Mont Blanc GTX
6000m’lik dağlar için olan kendinden tozluklu Phantom modelini almak istiyordum ancak o model uzun ince boğaza sahip ve benim kalın baldırımlarıma uygun gelmedi, bacağımı sıktığı için istememe rağmen bu modeli tercih ettim, memnun kaldım. İtalyanlar ayakkabı konusunda hayal kırıklığı pek yaşatmıyor. Normal ayak numaranızdan 1 numara büyük almaya dikkat edin, gerçi istediğiniz numarayı stokta bulmak da hep mesele!
Hiking Botu: Salomon Quest 4D GTX
Hiking Botu: Salomon Quest 4D GTX Ne kaydın be Salomon! Kayak malzemesi sanki mübarek. Bu markaya özgü bir tabana (Contagrip) sahip. Ayağı kayalardan koruyabilmesi, rahat yürüyüş için esnek olması, malzeme kalitesi anlamında çok memnunum. Uzun seneler bana hizmet etti. Tek şikayetim doğa yürüyüşlerinde çok kayıyor. Altı eridiği için mi acaba çok kayıyor diye düşünüyorum ama ilk zamanları da hatırlıyorum çok kayıyordu. Vibram taban daha iyi sanki.
Tur Kayağı Botu: Roxa X-Face 120
Tur Kayağı Botu: Roxa X-Face 120
Kayak botunda önemli noktayı belirteyim önemli olan ayağa tam oturması ve sıkmaması. Yani ne büyük ne küçük. Gerekirse alırken 1-2 saat ayağınızda bekleyin. Çok yürüdüyseniz ayağınız şişmiş olabilir bu da sizi yanıltabilir. Evet küçük detaylar ama bir o kadar da önemli. Ben ilk kayak botumu aldığımda çok sıkı almışım ve 1 saat kullandıktan sonra farkına vardım. Kan dolaşımını engellediği için 1-2 saat kullanımdan sonra ayakkabıyı çıkarma ihtiyacı oluşturabilir. Diğer taraftan kayarken ayağın içeride ufacık boşlukta hareket ediyor olması bile hem kayakta manevralara etkisi var hem ufak sürtünmeler özellikle ayak parmaklarını deforme edebilir. Benim ayağıma uyan başkasına uymaz. Satın alırken belirttiğim bu detaylara dikkat edin lütfen.
Kaya Tırmanış ayakkabısı Scarpa Force X

Kaya Tırmanış ayakkabısı:
Scarpa Force X
Alt kısmı alışıldık olduğu üzere bombeli değil düze yakın bir ayakkabı. Performandan çok konforu önemseyenler tercih edebilir. Uzun süre ayak içinde durmayacaksa, örneğin tırmanışı bitirip bir sonraki tırmanışa kadar cırt cırtları açıp ayakları rahatlatma kolaylığı var.
Polar

Polar: The North Face Radium High-Loft
Polartec’ in ısı tutma kabiliyeti en yüksek olan kumaşı Thermal Pro® High Loft kullanılarak üretilmiş ama artık bulmak mümkün değil malesef. Bazen böyle yanlışlıkla! üst kalite ürünler çıkıyor. Sonra satış rakamları mı düşüyor neden vazgeçiyorlar bilmiyorum. Kollarda uzun tüylü liflerin iz yerlerinden biraz hava geçirgenliği oluyor. Ama vücuttaki su buharın gitmesini sağlıyor bu vücudu sıcak tuttuğunu söyleyebilirim. Teknik Ceket altına orta katman olarak giydiğim için bu soluma özelliği iyi geliyor. Tüylü yapısı dikkat çekiyor, tek başına bunu giyip dolaştığımda pofuduk oyuncak ayı gibi gören sevmek istiyor 🙂
Üst İçlik
Üst İçlik 1: The Nort Face Hybrid
Mat Therm-a-Rest NeoAir XTherm

Mat: Therm-a-Rest NeoAir XTherm
Yüksek irtifa için uygun şişirilebilir mat. Havasını boşaltıp katlayınca az yer kaplaması harika bir özellik. Isı yalıtımı da çok iyi. Kafa kamplarında ziyan etmek olmaz. Orada normal katlanır bir mat veya asker matı daha uygun ve kullanışlı. Bu ürün kış dağcılığı ve yüksek irtifa düşünüyorsanız çok uygun. Sayabileceğim olumsuz tarafı, dağda şişirmek için sağlam ciğerle epey üflemek gerekiyor… ki dağda bu epey baş döndürücü bir deneyim demek
Üst İçlik 2

Üst İçlik 2: BlackSpade
Yerli üretim kaliteli bir termal içlik. Termal ürünlerinde kullanılan kumaş içeriği hem vücut sıcaklığını korur hem de vücuttan çıkan buharı emerek, hızlı bir şekilde dış katmanlara iletir. Bu yüzden dağ faaliyetlerinde vazgeçilmez ürünlerden biridir.
Emniyet Kemeri Black Diamond XENOS
Emniyet Kolonu: Black Diamond XENOS
Ekspres Set

Ekspres Set: Black Diamond Posiwire
Bir sette 6 tane oluyor. En ideali 2 set alıp 12 tane ve üzeri ekspress bulundurmak. Bütçe kısıtlı ise 1 set ile başlayıp zamanla en az 10 tane ekspress tamamlama hedefi koyabilirsiniz.
EDELRID Tommy Caldwell Eco Dry ColorTec 9.3mm
60 metre Dinamik İp:
EDELRID Tommy Caldwell Eco Dry ColorTec 9.3mm

İki renkli. Bu sayede ipin orta kısmı geldiğinde kolayca anlayabiliyorum.
PETZL - Connect Adjust Adjustable Lanyard
Lanyard:
Petzl Dual Connect Adjust Lanyard

Ayarlanabilir kol ile kolayca ve rahatça istasyona bağlanmak için kullanıyorum
Grigri
İniş ve Emniyet Alma Aleti 1:
GriGri+

Yeni sevgili!
Black Diamond ATC
İniş ve Emniyet Alma Aleti 2:
Black Diamond ATC

Emektar dost
5 Mevsim Kış Çadırı Husky Felen 3-4

5 Mevsim Kış Çadırı: Husky Felen 3-4
Ürün özelliklerine 3-4 kişilik yerine 3 oda 1 salon yazılsa sırıtmaz! Geniş iç hacim ve yüksek tavanı var. Tabii dezavantajı 5.5 kiloluk ağırlığı. Neyse ki iki kişiye bölüştürülebilir. 3 kiloluk çadırı bir kişi, 2 küsur kiloluk çubukları çadır arkadaşınız taşır, ben öyle yapıyorum şahsen. Bu camiada çoğu kişinin duyduğu bir söz vardır o da şu: “Katır gibi taşırım, kral gibi yaşarım” 🙂
3 Mevsim Yazlık Çadır Husky Boyard
3 Mevsim Yazlık Çadır: Husky Boyard
Kamp Çantası Deuter Air Contact Pro

Kamp Çantası: Deuter Air Contact Pro 60 + 15 Litre
Boş ağırlığı yaklaşık 3 kilo. 30 kiloya kadar ağırlık için dizayn edilmiş. Erkekler için en az 80 litre ya da 70 + 15 gibi bir hacim almakta fayda var. Şahsen bu üründen genel manada memnunum ama hep biraz daha litreye ihtiyacım oldu.
Yürüyüş Çantası Deuter Speed lite

Yürüyüş Çantası: Deuter Speed lite
Çanta toplam boş ağırlığı sadece 500gr olması çok iyi. Son kamptan zirveye giderken kullanıyorum çoğu zaman. Yanlarındaki tokalara iyi kötü baton, kazma bağlanabiliyor.
Transfer Çantası

Transfer Çantası: The North Face Duffle Bag
Small ve Large olmak üzere 2 adet modelini de sıkça kullanıyorum. Small modeli 52×32,5×32,5 cm ölçülerinde ve 50 litre hacimli. Dağcılık harici normal uçuşlarımda da seyahat çantası olarak kullanıyorum. Çok dolu olmadığı zaman hacmi azaltılabiliyor. Kabine sokmada problem yaşamadım hiç. Tabi tam dolu olduğunda sorun çıkaran uçak firması olursa bilmem. Balistik naylon denen yırtılması, eskimesi zor bir üründen imal edilmiş. Kırılacak toka, teker, tutamak vs. olmadığı için yine tam bir evladiyelik ürün. Kargocuların fırlattığı gibi yüzlerce kez çantayı fırlatsan birşey olmaz. O yüzden severek kullanıyorum bunları. Tam bir evladiyelik ürün demişmiydim 🙂
Tur Kayağı Çantası

Tur Kayağı Çantası North Face Patrol 34
Kayak turlarım için kullandığım çanta. Yanda North Face transfer çantasını o kadar övdüm ama bu ürün hayal kırıklığı yarattı bende. Toka dişi hemen kırıldı, çantanın alt tarafından dikişi attı, malzeme kalitesi düşük bir ürün denk geldi herhalde bana ne yazık ki.
Transfer Çantası

Tırmanış İp Çantası:
Beal Combi Pro 80 Siyah İp Çantası

Çanta açılma şekli tam istediğim gibi tasarlanmış. 80 litrelik hacmi ile 80 metrelik iplere kadar ip ve malzemeler rahat sığıyor.
[/one-half]
Yemek ve Pişirme Seti

Yemek ve Pişirme Seti: GSI Pinnacle
Jetboil pişirme setimi Ağrı Dağında kaybettikten sonra bunu aldım. Memnunum.
Kamp Ocak
Kamp Ocak Primus Powercook
Polar Eldiven

Polar Eldiven:
The North Face Etip Pamir Windstopper

Bu eldivenlerin adındaki Etip, dokunmatik ekranlı cihazlarla uyumlu olan işaret parmağının uçlarını ifade ediyor. Ama ben pek bu özelliği kullanamadım. Yani eldiveni çıkarmadan telefon kullanma özelliği bende pek çalışmadı. Bunun dışında, rüzgarı engelleyen Gore Windstopper özelliği ve yağışlara direnecek bir DWR (dayanıklı su iticiliği) özellikleri iyi. Avuç içinde, işaret ve orta parmaklarda batonları iyi kavramanızı sağlayacak ya da telefonunuzun elinizden kayma riskini azaltacak kaymaz bir panel bulunmakta. Eldivenler rahat, güzelce oturuyor.
Kafa Feneri 1

Kafa Feneri 1: Led Lenser H14R.2
Alman yapmış, evladiyelik ürün. Teknik değerler vermeye gerek yok kamyon farı gibi mübarek! Kendi pili var ama aynı kap içine 4 adet kalem pil de konularak kullanılabiliyor.
Kafa Feneri 2

Kafa Feneri 2: Petzl Tikka Kafa Feneri E93
Kendini ve bir de çadırda yemek yerken eh işte ağzımı aydınlatabiliyor, görebiliyorum. Çadırda otururken kullanıyorum daha çok.
Balaklava 1: Marmot Super Hero

Balaklava 1: Marmot Super Hero
Sıcak tutmakla ilgili bir sorunu yok ama belli bir süre kullandıktan sonra ağız kısmıne denk gelen tarafı soluduğumda gelen buharla ıslanınca konfor özelliği gidiyor malesef.
Friendly Swede

Balaklava 2: Friendly Swede
Özellikle kayak için iyi konfor sağlıyor. Dağcılık için üretilen Arctic modelini de düşünüyorum. İsveçliler yapmış.
Kaz Tüyü Uyku Tulumu

Kaz Tüyü Uyku Tulumu: Marmot Pinnacle
800-fill kaz tüyü tulum 1.13 kg ağırlığında (638 g kaz tüyü var). Comfort -5.4 C , Lower Limit -12.2 C, Extreme -31.5 C değerleri var. Ağırlığı çok iyi. Sıcaklık dereceleri idare eder. 1 kilo hafiflik dağda o kadar fark yaratıyor ki…Artık bu model kalmadı başka modeller satılıyor. Kirletmeden yıkamadan özenli kullanılırsa evladiyelik bir ürün.
Uyku tulumu iç çarşaf

Uyku tulumu iç çarşaf Quechua Silk Liner
Decathlon’dan aldığım bu ürün sadece 110 gr ağırlığında ve hijyen amaçlı düşünerek aldım. Faaliyetten gece döndüğümde çadıra girersem uyku tulumu içine ayakkabı dahil hiç birşey çıkarmadan çabucak girip dinlenirim, uyurum diye düşünmüştüm. Ama pratikte öyle olmuyor o işler. Birincisi ayaklar şiştiği için dinlendirmek için ayakkabıyı çıkarmak gerekiyor. İkincisi ıslak bir şekilde uyku tulumu içinde dinlenmek pek mümkün değil. Varsa kuru kıyafetle değişiklik yapıyorsun dolayısıyla çoğu zaman bu ürüne pek ihtiyaç kalmıyor.
Güneş Gözlüğü

Güneş Gözlüğü: Julbo Instinct
Değişken ışıklı ortamlarda ortamın ışığına hızla uyum göstererek gerekli ışık geçirgenliğini sağlıyor. Bu sayede bulutlu, sisli ya da güneşli ortamlar için tek bir gözlük yeterli oluyor.
Google

Google: Julbo Eris
Tırmanışlarda büyük konfor. Ancak Cat 3 modeli ışığı çok kırdığı için kayak yaparken benim için karanlık bir görüşe neden oluyor. Kayak yaparken kullanamıyorum daha düşük bir kategori tercih etmek gerekir.
Krampon: Grivel G22

Krampon: Grivel G22
Adım garavel bul beni 🙂 Giymesi çin işkencesi gibi zor kramponlardan sonra bu ürünün giyme kolaylığı büyük konfor getiriyor.
Kürek: Black Diamond Deploy 3

Kürek: Black Diamond Deploy 3
En çok katlanır sap özelliği güzel, bu sayede sırt çantasında kolay taşınıyor.
Black Diamond Trail Shock Compact

Baton: Black Diamond Trail Shock Compact
Küçük yapısı taşıma sırasında konfor sağlıyor. Muadillerine göre biraz pahalı. En çok ve çabuk yıpranan malzemelerden biri olan bir malzemeye bu kadar bütçe ayırmak ne kadar mantıklı bilemedim arada kalmış durumdayım. Nasıl olsa çabuk yıpranıp yenisine ihtiyaç olacak diyip ucuz ve idare eder bir model tercih edilebilir.
Black Diamond Raven Yürüyüş Kazması

Yürüyüş Kazması: Black Diamond Raven
Bu ürün nedense bana hep rahmetli Barış Manço’nun şarkısını hatırlatıyor:
“Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen
Kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen
Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama
Gün gelir sapın ucuna olursun kazma, kazmaaaa, kazmaaa”
Kask: Petzl Elios

Kask: Petzl Elios
Hafif ve hava deliklerinin açılabilmesiyle havadar bir kask. Çene tokasını ayarlamak çok rahat. Fiyatı da uygun olduğu için belediye dağıtmış gibi herkesin kafasında bundan var işte.
Çaydanlık Optimus Terra

Çaydanlık: Optimus Terra
Harika gurme çay yapar demek isterdim ama diyemem bu beklenti ile almadım tabi. Kar eritip hızlıca sıcak suya ulaşım sağlıyor. 0.7 litre hacmi var ve 153 gr’lık hafif bir ürün. Tasarımı az yer kaplayacak şekilde yapılmış. İçine başka malzemeleri de koyup sırt çantasında yerleştirmesi kolay. Kampta hedeflenen amacı yerine getiren bir araç.
Solar Enerji Powermonkey Extreme

Solar Enerji: Powermonkey Extreme
Harici bataryalar yaptığım çoğu faaliyetler sırasındaki enerji ihtiyacımı karşıladığı için pek verimli kullanamadım bu ürünü. Çok uzun süreli şehirden uzak kalınan durumlarda belki işe yarayabilir. Öbür türlü bataryasını doldurması uzun sürüyor. Dağda taşımaya değer bir hafiflikte değil.
Tur Kayağı: Völkl V-WERKS BMT

Tur Kayağı: Völkl V-WERKS BMT
Tüm şartlar için uygun harika bir kayak. Çok ağır değil orta seviye diyebilirim. Bol karda güven veriyor. Bir de kendime uygun boyda üretilmiş bir model bulabilsem süper olurdu.
Kayak Eldiveni

Kayak Eldiveni Reusch Lech R-Tex XT Freeride
Su geçirmeyen kaliteli bir kayak eldiveni. Elimi evdeki gibi sıcak tutarken nefes alma özelliği ile terletmiyor. Aktivetelerde elle yaptığım işlerde hassaslığı iyi bana engel olmuyor. Elinize uygun büyüklükte almakta fayda var. Bir de manşetin etrafında tek elle çekilen kordon bileği sıkılaştırıp eldivenlerin yerinde kalmasına yardımcı oluyor. Hiç çıkartmak istemiyorsun. Alman yapmış hakkatten.
Pist Kayağı

Pist Kayağı: Elan Amphibio 12 TI Erkek Kayak + ELS 11.0 Shift Bağlama
Yumuşak bir kayış sağlıyor. Aynı zamada kenar tutuşu ve yüksek hızda stabilite açısından güçlü bir kayak. kullanımı kolay ve tüm seviyeler için erişilebilir hissettiriyor. Daha çok orta seviye kullanıcılar tercih edebilir diyebilirim.
Mat Therm-a-Rest NeoAir XTherm

Mat: Therm-a-Rest NeoAir XTherm
Yüksek irtifa için uygun şişirilebilir mat. Havasını boşaltıp katlayınca az yer kaplıyor. Isı yalıtımı çok iyi. Kafa kamplarında ziyan etmemek gerek. Orada normal katlanır bir mat veya asker matı daha uygun ve kullanışlı. Bu ürün kış dağcılığı ve yüksek irtifa düşünüyorsanız çok uygun…Sayabileceğim olumsuz tarafı dağda şişirmek için sağlam ciğerle epey üflemek gerekiyor ki bu dağda epey baş döndürücü bir deneyim demek
Kanat Apco Vista III

Yamaç Paraşütü Kanat: Apco Vista III
Üretildiği yıllarda en iyi EN B sınıfı yamaç paraşütlerinden biriydi. “Shark nose” teknolojisinin nimetlerinden epey faydalandım.
Apco Spark

Yamaç Paraşütü Harness: Apco Spark – 2
Bir türlü şu harness’da sabit ve düz bir şekilde rahat oturamadım. Başka birisi kullandığında problem yaşamadı ama ben bir türlü memnun kalamadım bu harness’dan


Bugün tarihi yarımadada yarı maraton koşusuna katıldım. 10km ve 21km olarak iki ayrı kategori vardı. Yenikapı miting alanından başlayan koşu, 10 km koşanlar için Sirkeci tarafından dönüş yaparak, 21 km koşanlar için Balat’tan dönüş yaparak aynı istikameti takip ederek Yenikapı’daki başlangıç noktasında sonlandı.
Organizasyon başından sonuna kadar başarılıydı. Hiçbir aksaklık görmedim. Yarış kitlerini birgün önceden Forum İstanbul AVM içinde kurulan yerden aldım. Çanta içinde, çipli göğüs numarası, Adidas’ın çok güzel bir forması ile bir adet çikolatalı sandviç vardı. Madalya’yı koşu bitince verdiler he he önceden almadım, hakettim. Spor ürünleri satan dev bir mağaza yanında yarış kitlerinin dağıtılması akıllıca. Burada koşu ürünlerinde özel indirim yapabilirlerdi. Ben mesela zaman geçirmek için girdim. Daha iyi koşacağımı düşündüğüm bir koşu ayakkabısı görünce dayanamadım satın aldım.
Kenyalı atletler 21 km’yi 1 saatte koştular. Türk sporcular en iyi derecesi olan 12. sıradaydı. Kenyalılardan 6 dakika daha geç yarışı bitirdi. Kenyalıları geçmek için herhalde onları önce Konyalı yapmak lazım. Etli ekmeklere fazla dayanamazlar, aldıkları fazladan 10 kg ile koşarlarsa geçeriz. Şaka bir yana spora daha çok insanı yönlendirirsek Kenyalıları geçmek mümkün. 2014’deki koşuya göre bu yıl iki kat katılım oldu.
Biz giderken dönen Kenyalı atletler! Göğüs numaraları da anlamlı verilmiş.

Kayıtlı yaklaşık 8 bin sporcu koştu. Herkes bir arkadaşını çağırsa her sene katılım ikiye katlar. Sporla ilgili farkındalık artar. Hepimiz yakınlarımızı, tanıdıklarımızı spora yönlendirmek için gönüllü olalım lütfen.

Vodafone ve IBB’ye spora verdikleri destekten dolayı teşekkür ederiz.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Bu sene yeni bir dağ ile tanıştım. Ağrı (5137 m) ve Cilo Dağından (4135 m) sonra Türkiye’nin üçüncü en yüksek dağı Süphan dağına mart ayında tırmanış yaptım.

Van gölünün kuzeyinde olan Süphan Dağı, Bitlis ili Adilcevaz ilçesi sınırları içinde, zirvesi 4058 metre yüksekliğinde sönmüş volkanik bir dağdır. Tırmanış için genellikle doğu ya da güney yamacı tercih ediliyor. Biz Adem Gül hocanın liderliğinde klasik doğu rotasından tırmanış yapıyoruz. Aydınlar beldesine bağlı Kışkılı’ya minibüsle geldik. Köy yolu kenarları yer yer 1-2 metre karla kaplıydı. Alışkanlıktan köy diyorum belki köy mü kaldı kardeşim diyorsunuzdur haklısınız. 2300 m rakımlı bir mahalle burası. Türkiye’nin en yüksek rakımlı yerleşim yerlerinden biri.

Patinaj çeken bir yerde inip minibüsü itmemiz gerekti ama yol kapalı değildi. Öğrendiğimize göre belediye yılın altı ayı boyunca karla mücadele edip kısıtlı kaynaklarıyla bu yolu açık tutmaya çalışıyormuş. Allah kolaylık versin; zor iş.

Kışkılı’ya vardığımızda ilköğretimdeki öğrenciler okuldan çıkmış evlerine dağılıyordu. İlk dikkatimi çeken çocukların hepsinin güler yüzlü olmasıydı. Belki okuldan çıkmanın sevinciydi bilemiyorum. Ama biz yabancılara karşı çekingen değillerdi. Kısa bir hazırlıktan sonra kamp alanına doğru yola çıktık. Sırtımızda kamp yükü ile yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşten sonra 2700 metredeki At yaylası denilen kamp alanına ulaştık.

Yol kapalı olduğunda Kışkılı’da 1. kamp kuruluyor, sonra 3100 metrede ayna altı denilen yerde 2. kamp kuruluyormuş. Biz 2700 metrede tek kamp kurup yaklaşık 1300 metre irtifa alarak zirveyi deneyeceğiz. Çadırlarımızı kurduktan sonra dinlenmeye geçtik. Çantamda 3 litre su var. Kuru gıdayı bu sefer epey az tuttum. Kolay yenebilecek şeyler aldım. Kavurmalı sandviçlerin arasına yeşil zeytin ezmesi koymuştum. Zeytin ezmesi soğukta öyle bir hal almıştı ki kokusu iştahımı kapattı ve hiçbirini yiyemedim. Dağa iştah açıcı şeyler götürmek gerçekten önemli. Hurma ve kuru yemiş gibi yemesi kolay yiyecekler tercih edilebilir. Bir de su sorunu yiyecekten daha önemli benim için. Bu konuda bir süredir elektrolit tabletleri araştırıyordum.

Terlediğimiz zaman terle birlikte tuz kaybediyoruz. Su içmemizin bir nedeni aslında kaybettiğimiz potasyum, sodyum gibi mineral tuzları yerine koymak. Bir dağ faaliyetinde sırt çantasında litrelerce su taşınamıyor. Veya dağda çoğu zaman bir su kaynağına erişim imkanı da mümkün olmuyor. Kar eritip içiyoruz. Ancak kar suyu içinde vücudumuz için gerekli bu mineraller bulunmuyor. Ne kadar kar suyu içersek içelim susuzluğu gideremiyoruz. Çünkü kar eriyip toprak altına geçtiği zaman vücut için gerekli minerallere kavuşuyor. Dolayısıyla sadece kar eritip içmek su sorununu gidermek için etkili bir çözüm değil. Üstelik kar suyu tadı berbat! Neyse ki çözüm var. Kar suyuna Tang, Nazo gibi toz içecekler katmak. Bir de elektrolit tabletler var.

İnternet’ten araştırdığımda aşağıdaki şu ürünleri buldum:

Review: Electrolyte Tablets

Burada 3 farklı ürün karşılaştırmasını ve tablet içeriklerini bulabilirsiniz.

İçeriklerinde temel olarak sodyum, potasyum ve magnezyum bulunuyor. Elektrolit tabletler, spor sırasında kaybedilen bu maddeleri yerine koymak için pratik ve ucuz bir yöntem. Aklınıza piyasadaki meşhur mavi, sarı renkli sporcu izotonik içecekleri gelebilir. Evet bunlar da aynı işi görüyor. Ancak sporcu içecekleri içinde gerekli olanlar haricinde bir sürü katkı, koruyucu daha var. Yine hacim ve ağırlık açısından sırt çantasında taşımak sorun.

Ben Türkiye’de bu elektrolit tabletleri bulamayınca İnternet’ten satın alıp Türkiye’ye gönderen bir site aradım. İngiltere’den bir adres buldum. İlgili siteden 2 kutu satın alıp kargo ücreti ile 30 sterlin ödeyerek sipariş verdim. Türkiye’de belli başlı sitelerden alış veriş yapan birisiyim. Ucuz olsa bile bilmediğim sitelerden alış veriş yapmıyorum. Bu sefer mecburiyetten gözümü kapatıp verdim siparişi. Birkaç saat sonra “üzgünüz, istemiş olduğunuz ürünler stokta bulunmuyor” diye yanıt verdiler. Ama nasıl olur hala stokta 6 tane var görünüyordu. Baktım olmuyor ee peki napalım deyip ücret iadesi istedim. Bu aşamadan sonra yanıt vermemeye başladılar. 1 ay bekledim ne gelen var ne de mesajlarıma yanıt. İngilizler soğuk olur biliyorum ama bir de böylesine denk geldik şansa bak! Kredi kartı harcamasına itiraz edeceğim bakalım ne olacak…

Bu olaydan sonra seçenekleri tekrar gözden geçirdim. Ya hırs yapıp elektroliz kabında saf metal çubukları çözündürecektim ya da piyasada satılan hazır ürünleri araştırmaya devam edecektim. Zamanım kısıtlı olduğu için lise kimya kitabını yavaşça yerine bıraktım ve tekrar piyasa ürünlerini araştırmaya yöneldim.

Vitamin hapları kullanmaya mesafeliydim hep. Türkiye’de sebze, meyve bol ne gerek var diye düşünüyordum. Sonuçta bir ihtiyaç nedeniyle bu alana yöneldim. Aradığım mineralleri içeren şu ürünü buldum. Ürünler sürekli değiştiği için alternatifler halen araştırmaya devam ediyorum…Fitness ya da koşu maraton yapanlara yönelik ürün satan yerlerde çeşitli alternatifler bulunabilir.

Nerede kalmıştım. Hah, çadır kurduk içine girdik. Çadır arkadaşım Hakan’la yemek işini hallettikten sonra çantaları hazırlayıp biraz oyalandıktan sonra uykuya daldık. Sabah 04:30’da hareket saati verilmişti. Gece bize epey uzun geldi. Saat 04:00 gibi kalktık. Kahvaltı yapıp, akşamdan hazırladığım çantayı alıp hızlıca çadırın dışına çıktım. Dışarı çıktığımda kimse çadırdan çıkmamıştı. Çadıra geri dönüp beklemeye başladım. 22 kişilik grubun hazırlanması ve yola çıkmamız epey uzun sürdü. Tırmanışa başladığımızda hava aydınlanıyordu. Alışık olduğum şekilde yürüyüş başladığında kafa lambamı açacaktım ama gerek kalmamıştı. Yürüyüş başladıktan kısa bir süre sonra durup gün doğumunu ve güzel Van gölü manzarasını seyrettik. Süphan, manzara açısından güzel bir dağ.

3100 metreden sonra “Ayna” olarak adlandırılan dik yamacı tırmandık. Solumuzda vadiye girmeden 3600 metreye kadar devam eden dik yamacı hava açık bir şekilde kolayca tırmandık. İki farklı yerden geçerken zemine oturan kar sesini duyduk. Adem Gül hoca bu dağı tanıyan, çığ kulvarlarını bilen birisi olduğu için içimiz rahattı. 3800’den sonraki son düzlükte artık çok şiddetli esen bir rüzgar vardı. Hem zorlu hava koşulları hem kamp yerinin zirveye uzak olması hem de benim antrenmanlı olmayışım 3800’den sonra beni güç açısından epey zorladı. Üstelik faaliyetin başından sonuna kadar iz açan Adem Gül hocaydı. Karda iz açmak yorucu bir iştir. Adem hoca performans konusunda tebriği hak ediyor. Kalabalık grubumuzun (22 kişi) hepsinin de zirveye ulaşmasını garantilemek için kendi gücünü sonuna kadar kullandı. 3900 metrede dağ zirvesinin “külah” diye tabir edilen krater yamacına ulaştık. Burada bir araya gelip mola verdik. Hava şartları artık epey zorlaştı. Rüzgar hızı 50-60km hıza ulaştı. Grubun yarısı zirveyi denemeye karar verdi. Diğer yarısı da dönüş kararı verdi. Ancak hava şartları izin vermediğinden zirve ekibinin de çıkışı iptal edildi ve sonra topluca dönüş kararı alındı.

Tırmanışa başlamadan önce www.mountain-forecast.com adresinden Süphan Dağı hava tahminlerine bakmıştım. Öğlen saat 12:00 den sonra rüzgar hızının saatte 50km üzeri olacağını gösteriyordu.

Öğlen saatlerinde rüzgar hızını tam olarak bilmiyorum ama şiddetini tarif etmeye çalışayım:
Rüzgara yan dönerek yürüyebiliyorduk ve eğer hareketsiz durumdayken yere tam basmıyorsam 1 adım attıracak kadar şiddetli esiyordu. Bu dağa tırmanacaklara tavsiyem eğer 2700 metrede kamp yapılacaksa en geç 11:00’de zirvede olacak şekilde yola çıkmaktır. Adem hoca, konforumuzu düşünerek soğuktan az etkilenelim diye sabah 04:30 da yürüyüşe başlayınca rüzgar şiddetinin arttığı tam öğlen vakti zirveye ulaştık. 2 saat önce yola çıksaydık hepimiz zirveyi yapar dönerdik diye tahmin ediyorum. Sonuçta kış faaliyeti için giyimimiz tamdı. Soğuk kişiden kişiye değişen bir kavram. Çantamda termosum haricinde yedek aldığım pet şişe su vardı. Su donmamıştı örneğin. Kış faaliyetlerinde genellikle pet şişedeki su donar.

Rüzgarla ilgili bir hikayesi daha var bu dağın. 1959 yılında bir İngiliz uçağı Süphan dağının tam zirvesine çakılmış. O zamanlar kabin basıncı ayarlaması olmadığından uçaklar çok yüksekten uçamıyormuş. Soğuktan göstergeler donunca rüzgarla birlikte uçak rotasından sapmış ve pilotlar da bulutlu havada fark edemedikleri için dağın zirvesine çarpmışlar. Sonrasında İngilizler bir kurtarma ekibi kurmuş. Hem kurtarma hem de uçak içindeki gizli bilgileri imha etmek için epey çaba harcamışlar. Film senaryosu gibi olaylar yaşanmış. İlginç bir hikaye, okumanızı öneririm. Bu hikayeden bir film bile çıkar…
Süphan zirvesine düşen İngiliz Uçağı - Kaynak: http://kokpit.aero/suphan-zirvesine-dusen-ingiliz-ucagi
Soğuk Savaş, 1950’lerde dünyayı iki kutba bölmüştü. İki taraf için de nükleer güç çok ciddi bir silahtı. Sadece ABD veya SSCB değil, bir çok ülke nükleer güç için çalışıyordu. Bunun için de denemeler dünyanın dört bir tarafında gizlice yapılıyordu.

İngiliz hükümeti, 1950’lerin sonunda nükleer denemeler yapmak üzere karar almıştı. Bu denemeler, Avustralya’daki Woomera Üssü’ndeki özel merkezde gerçekleştirilecekti. Güney Avustralya’daki Woomera Üssü, 1947’de kurulmuş ve geniş bir saha, nükleer denemeler için ‘yasak bölge’ ilan edilmişti.

Denemeler için nükleer silah, İngiliz Air Charter şirketinden kiralanmıştı. Avro imalatı dört motorlu G-AGRH tescilli Avro Super Trader IV tipi uçak, uzun bir yolculuğa çıkacaktı. Uçuş ekibinin dışında uçakta ayrıca İngiliz bilim adamları da bulunuyordu.

İngiltere’de gece başlayan uçuşun ilk ayağı Ankara Etimesgut Havaalanı’nda tamamlanmıştı. Burada yakıt ikmali yapan uçak, Türkiye’nin doğusunu kat edecek, Tahran üzerinden Bahreyn’e geçecekti.

Tarihler 23 Nisan 1959’u gösterirken Ankara’dan sonra uçak saat 10:14’te Gemerek’te daha sonra da saat 10:59’da Elazığ’da olduğunu telsizden Ankara Hava Trafik Kontrol Merkezi’ne iletti. Bunu saat 11:26’da Muş üzerindeki konuşma izledi. Uçaktan son alınan bilgi, Muş noktasındaydı.

G-AGRH tescilli uçaktan bundan sonra haber alınamadı. Acaba uçak güneyden esen saatte 70 kilometrelik hıza sahip rüzgar nedeniyle kuzeye doğru mu açılmış, hatta Rusya’ya mı mecburi iniş yapmıştı? Durum Ankara’dan hemen İngiltere’ye bildirildi. İran ve ardından Bahreyn’le temasa geçen İngilizler bir süre sonra uçağın kayıp olduğunu kabul etti. Arama-kurtarma çalışmalarının başlamasını talebinde bulundular.

Keşif Uçuşları Başlıyor

Bölgeye önce Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar sevk edildi. Bu çalışmalara ertesi gün Kıbrıs’taki İngiliz Hava Üssü’nden havalanan arama-kurtarma uçakları da katıldı. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne (RAF-Royal Air Force) ait uçaklar, Türkiye’nin özel izni ile bölgede uçup kayıp sivil kargo uçağından sinyal arıyordu. Ancak bölgedeki yoğun bulutlar, arama çalışmalarına engel oluyordu.

Uçağın kaybolmasının üzerinden 6 gün geçmişti. Tarihler 29 Nisan 1959’u gösterirken, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait bir uçak, Süphan Dağı zirvesi yakınlarında bir enkaz teşhis etti. Bunun üzerine bölgeye Türk Hava Kuvvetleri’nin RF-84F keşif uçakları gönderildi. Çekilen fotoğraflarda, uçağın Süphan Dağı’nın zirvesine çarptığı tespit edilmişti. Bölgeye hemen arama-kurtarma ekiplerinin gönderilmesine karar verildi.

Uçaktaki Çok Gizli Silah Ve Belgeler

Kaza sonrasında yapılan ilk incelemede, çarpma yeri de dikkate alındığında, alet uçuşu ile bir rota izleyen uçak, şiddetli rüzgâr nedeniyle kuzeye doğru sürüklenmiş ancak bu kayma uçuş ekibi tarafından tespit edilememişti. Avro imalatı Super Trader IV tipi uçakta kabin basıncı sistemi bulunmuyordu. Bu nedenle çok yüksek irtifalara uçak çıkamıyordu.

Bulut içinde devam ettiği düşünülen uçuşta pilotlar göl üzerinden rotayı takip edecekken, kuzeye kayma ile uçuş 4 bin 58 metre yüksekliğe sahip Süphan Dağı’nın zirvesine çarpma ile son bulmuştu.

Bölgeye hemen Kıbrıs’ta, Lefkoşe yakınlarındaki RAF Dağ Arama-Kurtarma Ekibi’nin gönderilmesine karar verildi. Ancak ekibin en yakın havaalanına ulaşması gerekiyordu. O tarihlerde Van Havaalanı’na büyük uçakların inmesi için yeterli piste sahip olamaması nedeniyle Türk hükümetinin verdiği özel izinle İngilizler Diyarbakır’a geldi. Buradan kara yolu ile Van ve daha sonra da Adilcevaz’a ulaştılar.

Helikopter Desteği

Konuyu araştıran ve yazdığı makaleler ile olaya ışık tutan Osman Soysal’ın, RAF’ın arama-kurtarma ekibinin anılarını yazının altında okuyabilirsiniz…

Arama kurtarma ekipleri 30 Nisan’da enkaza karadan ulaşmayı başardı.

Bu sırada Diyarbakır Hava Üssü’nden H-19 tipi helikopter ile havalanan Yüzbaşı Turgut Karay da bir başka ekibi Süphan Dağı’nın zirvesinde uçağın enkazının yanına indirmişti. Enkaz geniş bir alana dağılmış ve kazadan kurtulan bulunmuyordu.

Bu kadar yüksek bir irtifaya helikopter sadece çok az bir yükle ulaşabiliyordu. Bu nedenle cesetlerin aşağıya indirilmesi gerçekleştirilemedi. Burada gömüldü. Çok gizli silah parçaları ise RAF ekibi tarafından patlatıldı.

Yıllar sonra bölgedeki köylüler, kalan uçak parçalarını hurda amaçlı aldı. Fakat ilginç bir şekilde yapılan incelemede bölgede kazanın arkasından kanser vakalarında ciddi bir artış tespit edildi.

Raf – Dağ Arama-Kurtarma Ekibi (Rafmrs-Rafmra) Süphan Dağı Kurtarma Harekatı (1959)

Çeviri: Osman SOYSAL

RAF (İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri) Dağ Arama-Kurtarma Ekibi 1954 yılında Kıbrıs Lefkoşa’da kurulmuştur. Bu ekip yüksek irtifada arama-kurtarma faaliyetleri yürütmek üzere oluşturulmuştur ve ilk önemli harekâtını kış koşullarında 14 bin feet yükseklikte gerçekleştirmiştir.

Ekibin sorumluluk alanı İngiliz ve müttefik hava kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği faatliyetlerle sınırlı olmuştur. Nisan 1959’da bir İngiliz uçağı Türkiye’nin doğusunda kaybolunca Lefkoşa’daki ekip öncelikle havadan arama faaliyetlerine girişmiştir.

23 Nisan 1959 Perşembe günü, AVRO TUDOR Supertrader IV (Zephyr) tipi sivil bir kargo uçağı, İngiltere’den Avustralya’nın Woomera üssüne yaptığı uçuşun Ankara-Bahreyn bölümünü gerçekleştirdiği sırada, Ankara’nın doğusuna çoktan geçmiş bulunuyordu. Uçağın içerisinde 12 personel ve Woomera Füze Üssü için çok gizli bir mühimmat bulunuyordu. Uçuş anında Ankara-Tahran arasında bulunan ve Van Gölü’nün üzerinden geçen hava koridorunu kullanmaktaydı.

Gölün 40 mil batısında Muş kenti yer almaktadır. Tudor uçağı kentin üzerindeyken hava kulesine son sinyalini göndermiştir. Plana uygun olarak seyrederken yedi dakika sonra olağanüstü bir gelişme yaşanmıştı.

Muş’u geçtikten sonra uçaktan ne bir ses, ne de bir sinyal alınmış, ayrıca öğleden sonra Bahreyn’den de uçağın oraya ulaşmadığı öğrenilmiştir. Ertesi gün Türk Hava Kuvvetlerinin kaybolan Tudor uçağını havadan aramasına karşın, Lefkoşa’da bulunan RAF Arama-Kurtarma Eşgüdüm Merkezi akşam saatlerine kadar bu konuda bir faaliyette bulunmadı.

25 Nisan tarihinde, şafaktan önce, Türk hava sahası içerisinde, olayın gerçekleştiği yerin 40 millik çevresini araştırmak üzere iki Hastings ve bir tane Schakleton uçağı havalandı. Bu uçakların Türkiye’deki hava arama faaliyetleri için gerekli izinler alındı.

Türk ve İran uçakları da arama faaliyetlerine yardımcı oldular. Dağ Arama-Kurtarma Ekibi 25 Nisan’da olaydan haberdar edildi ancak ekibin malzemeleriyle Kyrena’daki ana üslerinde toplanması zaman aldı. Lefkoşa’daki üstte hazır bulunmaları Cumartesi saat 10:00’u bulmuştu. Gün doğmadan ekibin hazırlanması bir buçuk saat sürdü ve iki saat içinde hazır duruma geldiler. Bunu izleyen dört gün boyunca hava arama faaliyetlerinin sona ermesini beklediler. Hava indirme sağlık kurtarma timi hazır durumda bekletildi.

17 Kişilik Ekip Bölgeye Gidiyor

Dağ arama-kurtarma ekibinden ihtiyaç durumda 17 kişi her an harekâta girişebilecek şekilde hazır bekletiliyordu. Başlarında subayları olmamasına karşın sorumluluğu Pilot Yüzbaşı Robertson aldı. Yüzbaşı birkaç kez hafta sonları düzenlenen eğitim çalışmalarında takımın başında yer almıştı. Episkopi’de bulunan Orta Doğu Hava Kuvvetleri Komutanlığı Merkez Karargâhından gelir gelmez Londra’dan Canberra Jet ile gönderilen kramponlarını sordu.

Ekip hazır beklerken rutin eğitimlerini sürdürdü. 26 Nisan’da Tudor uçağındaki kargoya ilişkin bilgi aldılar. Arama sahası 25 millik bir alanı kapsıyordu. 25 Nisan-26 Nisan arasında arama koşulları kötüydü. Hava çok bulutlu ve dağların dorukları karla kaplıydı. Raf 50 millik alanı taramış ancak Tudor bulunamamıştı.

29 Nisan’da, aramanın iptal edilmesine rağmen, Pilot Yüzbaşı Noble’ın yönetimindeki Hastings’lerden biri araştırmalarını Süphan Dağının zirvesinde yoğunlaştırdı (14,547 feet yüksekliğindeki zirve).

Tudor’un enkazı, dağın zirvesine çok yakın bir yerde dağılmış bir şekilde duruyordu. Dört saatten az bir sürede kurtarma ekibi söz konusu bölgeye taşınmıştı. Uçağın taşıdığı ve RAF için yaşamsal önem taşıyan gizli kargoya bir an önce ulaşmaları gerekiyordu.

Tudor’un enkazı bulunmakla birlikte, kaza yerinde yaşam belirtisi yoktu ve bu irtifada geçirilen altı geceden sonra mürettebattan ümit kesilmişti. 29 Nisan günü öğleden sonra, ekip Türkiye’in doğusunda bulunan Diyarbakır Askeri Üssü’ne ulaştı ve Land Rover’lerini uçaktan indirip montajını gerçekleştirdiler. (Rover’i bir Hastings’e yükleyebilmek için arka tarafta bulunan yedek tekerleği, ona bağlı mekanizmayı ve camı sökmek gerekiyor). Aracın montajı tamamlandığında ikinci Rover araçla birlikte bir başka Hastings bölgeye ulaştı.

Türk makamlarla ulaşımda kullanılmak üzere şoför temini konusunda görüşmelere başlandı. Bu arada asıl ekip yemek yiyip dinlenmek üzere bir otele yerleştirildiler. Ekip Süphan Dağı’na varmak üzere 30 Nisan sabahının 2’sinde konvoy halinde 160 mil ötedeki Diyarbakır’dan yola çıktı.

Konvoyda Land Rover’ler dışında malzeme taşımak üzere 15 kamyon ve Türk Hava Kuvvetleri’ne ait iki cip bulunuyordu. İletişimi sağlamak üzere bir Türk irtibat subayı, NCO uzmanı ve görevi tercümanlık olan bir komutan yardımcısı onlara eşlik etti.

Gece, iki yanı dağlarla çevrili vadilerden geçtikleri için hava çok sıcaktı ve yolculuk oldukça sıkıntılı geçti. Konvoy içerisinde kalan ekip, pencereleri açıp toza boğulmakla sıcakta havasız kalmak arasında tercih yapmak zorundaydı. Yol 60 mil sonra oldukça bozuldu. Şafakla birlikte yüksekleri karla kaplı dağların olduğu derin vadilerle çevrili bir bölgeye vardılar. Biraz daha yükselip hedeflerini uzaktan ilk gördükleri noktada olay yerine daha elli mil uzaklıktaydılar.

Daha çok uzakta olmalarına karşın, bulundukları yerden dahi dağ çok ihtişamlı duruyordu. Süphan’ın doruğunu bulutlar sarmıştı ama zirvenin altındaki kütlenin büyüklüğünü ve genişliğini çok rahat seçebiliyorlardı. Tehlikeli ve devasa bir canavara benziyordu. Gölün kuzey kıyılarındaki Norşıncık köyüne öğleden sonra saat 16.30’da vardılar. Artık 2000 metreye varmışlardı ancak ana kamplarını daha yüksek bir irtifada atmayı tercih ediyorlardı.

Ancak yapılan keşif sonunda bu saatte bunun imkansız olacağı anlaşıldı ve tüm ekibin köy ilkokuluna yerleştirilmesine karar verildi. Akşam konuyla ilgili bir brifing düzenlendi. Süphan Dağının iki zirvesinin olduğunu ve Tudor’un enkazının doğu zirvesinde bulunduğunu öğrendiler.

Uçak kalıntısını belirleyen uçakların mürettebatı en kolay rotanın önce batıdaki zirveye çıkıp sonra küçük bir sırttan geçiş yaparak doğudaki zirveye kolayca geçebileceğini anlattı. Elde edebildikleri tek harita 16 000 pouce’luk havayolu diyagramlarından ibaretti. Aramayı gerçekleştiren uçaklar bölgede ellerindeki haritada yer almayan dağların bulunduğunu tespit ettiler.

Zirveye Çıkış

Herbiri kendi alanında uzman olan dört kişinin, zirvede arama faaliyetini gerçekleştirmesine karar verildi. Enkazda canlı bulunması düşük ihtimal olmasına karşın bu seçenek de olasılık hesaplarına dahil edildi. Zirveye çıkış yapacak bu ekibe ek olarak yiyecek, taşıma gibi lojistik destek sağlayacak dokuz kişilik bir ekibin daha oluşturulmasına karar verildi. Öncü ekip için öngörülen elemanlar dağcılık deneyimi olan Jack Emmerson, ve uçaklar, aygıtlar ve telsiz konusunda uzman olan Whelan, Bottomer ve Costall idi. Ekibin tümü dağcılık alanında deneyimliydiler.

Sabah çok erken saatte uyandılar ve ertesi günün (1 Mayıs) ilk ışıklarında yola çıktılar. Gidebildikleri yere kadar araçları kullanıp iki mil yürümekten kurtuldular. Eğim yükselmeye başlayınca işin zorlu kısmı başladı. Emmerson eğimin en uygun olduğu güney güney batı sırtını seçti. Ekibin geri kalanı sadece yük taşımakla yükümlü olmasına karşın, dört tırmanışçıda hâlâ kişi başına otuz kiloluk kişisel malzeme ve fişek bulunuyordu.

Kar sınırına varana kadar hızla yükseldiler. Başta sert karla karşılaşmalarına rağmen durum hızla kötüleşti:atılan her adımda kırılan, altı balçık karla kaplı ince bir buz yüzeyi vardı ayaklarının altında. Ana kamptan bir helikopter havalandı ve üstlerinde alçalıp onlara enkaza ait son fotoğrafları bıraktı. Ancak bunlar çok işlerine yaramadı,çünkü sadece basit dağ manzaralarından ibarettiler.

9 bin feet’in üzerinde artık sürekli olarak bulut içerisinde ilerliyorlardı ve zemini kaplayan kar derinleşmişti. Eğim yükseldi, bulutlar arttı ve rüzgâr şiddetini arttırdı; ardından yoğun bir kar yağışı başladı.

Öğlene doğru yük taşıyanlar iyice yoruldu ve geçen zaman da hesaba katılarak 11 bin feet’te birinci kampın atılmasına karar verildi. Yük taşıyıcıları iki çadır malzemesini açtı ve sırtın biraz alt tarafında küçük bir doğal korunağın olduğu bölgeye çadırları kurmaya başladılar. Ancak her şeye rağmen burası da bir hayli rüzgâr alıyordu. Çadırlar kurulduktan sonra, taşıyıcılar dört dağcıyı birinci kampta bırakıp ana kampa geri döndüler. Tırmanışçılar Primus ocaklarında yemek pişirip yediler ve ana kampla telsiz irtibatı kurdular. Bu telsizi son kullanışlarıydı, çünkü daha sonra telsiz bataryaları soğuktan tümüyle dondu. Hava kararmadan önce dağı kaplayan bulut kütlesi dağıldı ve yukarıdan ana kamp görünmeye başladı.

Soğuk Gece

Gece çok uzun ve soğuk geçti. Uyku tulumuna sahip olmayanlar çok üşüdü. Gece boyunca şiddetli kar yağışı devam etti. Ertesi sabah açık bir gökyüzü, pırıl pırıl bir güneş ve soğuk, hafif bir esinti vardı. Çadırların büyük bir bölümü kara gömülü olduğu için biraz gecikmeli hareket edebildiler. Emmerson grubu ikiye böldü. Onlar Costall ile birlikte hareket ederlerken diğerleri arkadan geldiler. Yiyeceği ikiye ayırıp bir kısmını birinci kamptaki çadırda bıraktılar. Sırtın yukarısına doğru derin karda yürümeye devam ettiler.

Gökyüzünün açık olduğu bir sabahtı ve dağda çok da yabancısı olmadıkları bir ortamda ağır ağır ilerliyorlardı. Kuzey doğuda uzaktan pırıl pırıl parlayan başka dağlar görünüyordu. Belki de Ağrı ya da uzakta Ermenistan’a ait diğer dağlar da olabilirdi bunlar. Önceden bir Hastings’in enkaz yakınlarında alçaktan uçuş yapmasını öngörmüşlerdi ve zirvenin yaklaşık olarak 200 feet altındayken onu güney-batı yönünde dönüş yaparken gördüler. Bulutlar birikmeye devam ediyordu. Bu da uçağın neden işaret vermeden alçaldığını açıklıyordu. Hastings’in yere metal kutular bıraktığını görünce, uçağın tırmanmaya devam ettikleri sırtın görmelerine engel olduğu enkazın yerini işaret etmeye çalıştığını anladılar.

Sabah saat 11:00’de batı zirvesine vardılar (14.547 feet) ve karşı taraflarında asıl kalderanın sadece iki mil kadar uzakta olduğunu, ayrıca aralarında aşmaları gereken yakaşık 1000 feet’lik bir çukur olduğunu da fark ettiler. Batıdaki zirveden, kimi yerleri sert esen rüzgârın etkisiyle tümüyle kardan arınmış olan ve taşlarla kaplı geniş bir platoya ulaştılar. Bu çukurluğu yanlamasına aşıp son bölüme çıkan eğimin hemen dibine ulaştılar. İşte burada ikinci kampı oluşturmaya karar verdiler ve Constall kamp için uygun bir zemin ararken diğerleri önceki kamptaki malzemeleri almaya gittiler.

Diğer Ekip Helikopterle Geldi

Batı’daki doruğun yamacına geldiklerinde, yukarıda dört kişinin bulunduğunu fark ettiler. Bunlar uçuş sorumlusu Robertson, sağlık subayı Ellis ve ekibin diğer iki üyesi olan Bishop ve Murphy idi. Doğu zirvesi bulutlarla kaplı olduğundan, helikopterle 11.000 feet yükseklikteki batı zirvesine kadar çıkarılmışlardı.

Platoya inen bu ikinci ekibin yanında ne uyku tulumu, ne çadır, ne ocak, ne de yiyecek bulunuyordu. Son kısmı tırmanırken iki kişilik yiyeceği ve çadırı olan toplam sekiz kişilik bir ekip olmuşlardı şimdi. Murphy ve Bishop dışında herkes yorgundu ve yüksek irtifadan etkilenmiş görünüyordu. İkinci kamp için ikinci bir çadır bulmak gerekiyordu.

Robertson, Hastings’lerin zirveye çadır bıraktığını sandı ama zirveyi kaplayan bulutlar içinde bu metal sandıkları bulmak imkânsızdı. Böylece Emmerson, Bottomer ve Whelan ilk kampa devam ettiler.

Batı zirvesini güney güneybatı yamacından dolanmayı başardılar. Kamp 1‘deki çadır sökerken Bottomer ve Whelan Ana Kampa indiler. Emerson Kamp 2’ye çadırı, yiyeceği ve ocağı taşıdı. Çok yavaş tırmanmasına karşın daha platoya varmadan gücü tükenmişti. Bu arada Murphy ve rahip enkaza ulaşmaya ve diğer çadırların bulunduğu metal kutuları bulmaya çalıştılar.

Enkaza çok yakın olmalarına ve hatta bir ara önceden yanmış bir ateş kokusunu almalarına karşın yoğun bulutun içerisinde ne enkazı ne de metal kutularını bulmaları mümkün değildi. Kalderanın üstünde rastgele duran kaya parçaları bulmuşlardı ama etkili bir korunak oluşturacak şekilde durmuyorlardı.

Gece Kamp 2‘nin çadırlarında altı kişi kaldılar. Sabah erken kalktılar. Emmerson hastaydı. Rahibin başparmaklarından biri iltihap kapmıştı. Bu herkesin midesini bulandırmaya yetti. Rahibe kalsa zirve tırmanışına devam ederdi ama doktor buna izin vermedi.

Emmerson önceki gün bedenine çok yüklenmişti ve çok yorulmuştu. Rahibe kalsa zirveye çıkmayı başarırdı ama doktor ona bunu yasakladı. Diğer dört kişi zirveye varmak için geride kalan sekiz yüz feet’i iki saatte tırmandılar.

İri kayaların üst tarafında karla kaplı kayalık bir düzlük vardı. Yukarıya vardıklarında kalderanın doğusunda yer alan bir parazit koninin yamacında enkaz dağılmış duruyordu. Hayatta kalan kimse yoktu. Doktor hepsinin uçak yere düşer düşmez hayatını kaybettiğini söyledi. Yapabildikleri şekilde cesetleri gömdüler ve Murphy ölenlerin ruhuna kısa bir dua okudu.

Gizli ekipmanların bir kısmını baltalarıyla parçalara ayırdılar.Öğlen Kamp 2’ye indiler ve Emmerson ile rahibi aldılar. Sırtta 9 bin feet yükseklikte bir yeşil işaret fişeği patlattılar. İşaret büyük tesadüf sonucu bir köylü tarafından fark edildi. Durum helikopter talep edildiği şeklinde doğru yorumlandı ve bir helikopter onları sırttan alıp güvenle köye geri getirdi.

Aynı günün ertesi zirvede kullanmak üzere yanında bombalar bulunan, imha uzmanı Tim Şefi Ellery, Norşıncık’a vardı. O ve ekibin diğer üyeleri helikopterle olabildiğince yüksek bir noktaya taşınacak ve oradan enkazın bulunduğu noktaya ulaşarak sistemli bir şekilde enkazı imha edeceklerdi. Ancak Ellery’nin daha önceden hiç dağcılık deneyimi bulunmuyordu.

2 Mayıs günü açık havanın da yardımıyla helikopter pilotlarından biri dağın kuzey kısmına uzanan daha iyi bir rota bulunduğunu keşfetti. Ve kuzey-doğu’da bulunan bu sırtın 10 500 feet yüksekliğindeki kısmına Ellery, Bottomer, Whelan ve Çavuş Appleby helikopterle taşındılar. Ancak iki saat süren zorlu bir tırmanışa rağmen daha henüz zirveye ulaşamamışlardı. Geriye dönme kararı aldılar. Ancak ne yazık ki artık dağın ters tarafında bulunuyorlardı ve ana kampa ulaşmaları toplam iki gün sürdü.

Bu arada ekibin zirveye ulaşamayacağını öngören Robertson, ekibin diğer altı üyesinin yine imha amacıyla zirveye hareket etmesini sağladı. Helikopter bu altı kişilik grubu dağın kuzeyinde bulunan ve Ellery’lerin bırakıldığı sırttan farklı bir noktaya indirmeyi başardı. Helikopterler bu noktaya kadar ancak bir personnel taşıyabiliyorlardı. Her seferinde git gel yapması gerekti.

Patlayıcılar Hazırlanıyor

Diğer beş adam zorluklar nedeniyle bin feet daha aşağıya indirildi. Altı kişilik ekip buluşarak doğrudan zirvedeki Kamp 3’e gittiler ve iki gün önce Hastings’ler tarafından bırakılan metal sandıklarda bulunan çadırlara yerleştiler. Patlayıcılar ancak bulutlar arasında bir boşluk bularak üç kutu bırakabilen Hastings tarafından ertesi gün ulaştırılabildi.

Ekibin dört üyesi enkazdan savrulan kağıtları ve belgeleri toplarken, daha önce imha konusunda deneyimi bulunmayan Murphy ve Hercod imha talimatlarını dikkatle okudular. Birinci denemede fünyelerden biri patlamadı ve Hercod korkmadan, büyük bir cesaretle bunu bir başkasıyla değiştirdi. Bu cesur davranışı onun kraliçe tarafından ödüllendirilmesini sağlayacaktı.

Gün boyunca bulutun ve sisin içerisinde çalışmak zorunda kaldılar. Hava gittikçe bozmaya başladı. Bu alışkın olmadıkları koşullar Hercod ve Murphy’nın çok yorulmasına yol açtı. İşlerini bitirdikten sonra geceyi zirvede geçirip ertesi sabah Güney güney batı yamacından yoğun kar yağışı altında inmeye başladılar. Bir süre kendilerine kar barınağı yapıp içine sığınmak zorunda kaldılar. Uzun bir süre barınağın içerisinde zor koşullar altında havanın düzelmesini beklediler. Sürekli olarak onları izleyen ve tetikte olan ana kamptakiler yukarıdakilerin attığı fişekleri fark etti ve havanın yatışmasıyla birlikte havalanan bir helikopter onları yukarıdan alıp aşağıya indirdi. Ertesi gece tüm ekip Lefkoşa’ya vardı.

Kaynaklar: Osman Soysal’ın web sitesi: http://www.osmansoysal.com/yazilarim/muhtelif/68-suephan-daina-dueen-nglz-ucai.html

Kışkılı’ya döndüğümüzde hava açıktı. Mineral hapları benim açımdan iş görmüştü. Hiç baş ağrısı yaşamadım. Termosumdaki su bitmemişti.

Hakan ile Kışkılı’nın güzel çocukları.
Kışkılı’da evlerinin önünde oyun oynayan çocuklarla karşılaştık. Fotoğraf çektirdik. Keşke yanımda çocuklar için onlara verebileceğim ufak hediyeler olsaydı diye kendi kendime söylendim. Çünkü çocukları sevindirmek, biz büyüklerin artık katılaşmış kalbinin yumuşaması için güzel fırsatlardan birisi olduğunu düşünüyorum.
Van merkeze geldiğimizde sokaklarında turistler gibi gezdik. Ve tabii ki Van kahvaltısı yaptık. Dağdan indik çok açız deyince sağ olsunlar tabak tabak üstüne getirdiler 🙂 Bu kahvaltı için kişibaşı 12.5 lira ödedik. İstanbul fiyatlarına göre çok uygun.

Van’da birkaç saat vakit geçirdikten sonra hava alanına gidip topluca vedalaştık ve akşam uçağı ile İstanbul’a döndük. Faaliyetin gerçekleşmesini sağlayan Faik Kayhan ve Adem Gül hoca ile katılan tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Arkadaşım Hakan’la hafta sonu öğlen vakti herkesin bildiği bir spor mağazası önünde buluşup beraber alışveriş yapmak üzere sözleştik. Ben vaktinde gelip Hakan’ı telefonla aradım. O da varmak üzere olduğunu, on dakika içinde geleceğini söyledi. Telefonu kapatıp beklemeye başladım. Geldiğinde beni aradı. Konuşma şu şekilde sürdü:

Hakan – Hoca ben geldim neredesin?
Ben – Kapıda bekliyorum.
Hakan – Tamam ben de kapı önündeyim.
Ben – (Etrafta başka insanlar olduğu için dikkat çekmek için elimi sallıyorum) Allah Allah göremiyorum, nerdesin?
Hakan – Başka kapısı mı var acaba buranın sorayım dur bir dakika…

Telefonu kapatıp ikimiz de etraftakilere soruyoruz. Bir süre sonra tekrar telefon açıp benzer konuşmaları tekrarlıyoruz.

Hoca başka kapısı yokmuş buranın neredesin?
Kapının önünde boş alanda çadırlar var oraya çok yakınım.
Evet çadırı görüyorum ama sen yoksun.
Allah Allah! Ben çadırın oradayım.
Ya hoca şaka yapıyorsan yeter hadi çık ortaya.

İkimiz de biraz sinirlenerek danışmaya soralım deyip telefonu kapatıyoruz.

Danışmaya sorduğumuzda olay aydınlanıyor. Ben Bayrampaşa’daki Forum İstanbul alışveriş merkezinin yanındaki şubesinde beklerken Hakan da Merter’deki Marmara Forum alışveriş merkezinin yanındaki şubesinde bekliyormuş. Ben sadece Bayrampaşa’daki yerlerini biliyordum. AVM isimlerinin birbirine yakın olması bizi şaşırtmış. Ayrıca iki tarafta da kapı önünde çadır kurarak sergilemeleri bize bir miktar gerilim yüklenmesine neden oldu. Neyse ki iki mağaza birbirinden çok uzak değil. Hakan’ı arayıp beklemesini, oraya geleceğimi söylüyorum. Nihayet buluştuğumuzda içeride keyifli zaman geçiriyoruz.

Yüzmeden atçılığa kadar 50 çeşit spor dalı için binlerce ürün var içeride. Dolaş dolaş bitmiyor.

Dizliklerin sergilendiği reyonda durup orada bulunan mezurayı alıyorum elime. Diz genişliğimi bununla ölçüp çıkan sonuca göre 1-2-3-4 diye sınıflandırılmış dizliklerden bana uyan paketi alıyorum. Cırt cırtlı paketin açılıp kapanması kolay. Paketi açıp ürünü inceliyorum. 40 TL fiyat uygun gibi görünüyor ama bu bir tane fiyatıymış. Aldı mı iki tane almak lazım. Diğer bir paketi de alıp içini kontrol etmeden atıyorum sepetime. Eve geldiğimde orada kontrol etmediğim paketin içinden fiyatı daha ucuz olan bir alt model dizlik çıkıyor. Birisi paketin içeriğini değiştirerek kendince uyanıklık yapmış. Hayrını görür mü orasını Allah bilir. Ben değişim için tekrar oraya gitme zamanım olmadığı için ürünü kullandım faydasını gördüm.

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Uzun süredir ekstrem sporlarla uğraşan insanların motivasyonlarını anlamaya çalışıyorum. Sahra Çölü, Gobi Çölü gibi 250 kilometrelik maraton parkurunu koşanlar, kutbu yürüyerek geçmeye çalışanlar, dev dalgalarda sörf yapanlar, paraşütle uçaklardan serbestçe atlayanlar, helikopter ile dağın tepesine bırakılıp çığ tehlikesi altında kayak sporu (Heliski) yapanlar, ‘Örümcek adam’ lakabıyla tanınan Fransız gibi dünyanın çeşitli yerlerindeki yüksek yapılara tırmanan insanlar, sadece adrenalin bağımlılığı ile yaptıklarını anlamlandırabilir miyiz? Aldıkları risk, yaptıklarına gerçekten değer mi? Ünlü olmak için mi akıl karı olmayan işler yapıyorlar? Bence hayır. Aldıkları risklerin farkındalar ve bu sporları şöhret veya servet için yapmıyorlar.
Peki nedir bu amaç? Herkesin kendine özel bir amacı var. Bunu başka bir açıdan açıklamaya çalışayım. Etrafımdaki insanlardan gözlemlediğim bir örnek vereyim. Güvenlikli sitede yaşayanlar kendileri ve çocukları için her manada güvenli bir yaşam alanı (buna fanus da diyebiliriz) kurduklarında sıfır riskli bir yaşam tarzını benimseyeceklerdir. Bu yaşam tarzında yabancıların FOMO (Fear of Missing Out) dedikleri, olan biteni kaçırma korkusu içinde olduklarını görüyorum.

Bir karşılaştırma yaparsak, ekstrem spor ile ilgilenen insanların dolu dolu bir hayat sürdüğünü söyleyebilirim. “Hızlı yaşa genç öl” mesajı vermek istemem bu anlattıklarımdan! Bu tür sporları yapan yakınlarınız, tanıdıklarınız varsa “ne gereği var, deli misin!” gözüyle değil daha açık fikirli olarak bakmanızı isterim. Ekstrem sporlar risk içerdiği için güvenliğe daha fazla önem verilir. Ancak burada gösterilen dikkat ve güvenlik önlemleri genellikle kaldırımlarında dahi trafiğin aktığı İstanbul sokaklarında gösterilmez. Dolayısıyla bence İstanbul trafiğine dahil olup binlerce dikkatsiz sürücünün içinde trafik kazası geçirmek daha büyük bir risk almak demektir. İstanbul trafiğinde kontrol edemediğim daha fazla risk var. Bu riskler fazla diye araba sürmeyi bırakmıyoruz. Onun yerine riski azaltıcı önlemler alıyorum. Mesela kaldırımda yürürken bile sağa sola döneceğim sırada mutlaka arkamı kollarım. Kaldırımda bir scooter, motorsikletletin gelmesi veya yolda ters yönden bir araç gelmesi gibi durumlar artık olağan hale gelmiştir. Hatta kaldırımda motosikletli emekçi bir kardeşimle veya elektrikli scooter süren bir gençle kucaklaşma ihtimalim ekstrem spor yaparken karşılaşacağım kaza riskinden daha yüksektir.

Bunu biraz da uçak yolculuğu ile diğer ulaşım yolları karşılaştırmasına benzetebiliriz. Uçak yolculuğu korkutucu olsa da istatistik olarak kara yolculuğuna göre daha güvenlidir. Peki okuması zahmetli bütün bu uzun cümleleri niye kuruyorum? Şu nedenle: Her ne kadar yaptığım şeyler bana göre ekstrem sayılmasa da yakınlarımdan bu yönde tepkiler alıyorum. Dağa gitmenin, zorlu koşullara gönüllü katlanmanın mantıklı  nedenlerini anlatmakta zorluk yaşıyorum.

İnsanın kendine en yakın olduğu ve kendini özgür hissettiği yeri yaşamadan anlamak zordur. Ben de artık işi dalgaya vurup kendisine yat alınan küçük çocuğun dediği gibi “Anlayamazsınız!” deyip geçiyorum 🙂
Sönmez Erkaya’nın Ağrı Dağı kuzey rotasından kışın çıkış niyetini öğrendiğimde tereddüt etmeden gelirim dedim. Kuzey rotası tehlikeli buz çatlaklarının olduğu zorlu bir rotadır. Yazın geldiğimde klasik rotadan tırmanmıştım. Üstelik sırt çantalarımızı atlar çıkarmıştı. Nuh Ararat‘ın  kurmuş olduğu mutfağı, aşçısı olan kampta kalmıştık. O faaliyetle bunu karşılaştırdığımda Nuh Ararat’ın sahibi Mehmet Çeven bey sağolsun bize Ağrı Dağında 5 yıldızlı otel konforu yaşatmış! Şimdi daha iyi anlıyorum. Bu sefer lojistik destek almadan tırmanış yapacağız. Yani ortalama 20-25 kg sırt çantalarımızı Ağrı eteğinden başlayarak yukarıya kendimiz çıkartacağız; çadırlarımızı kurup yemekleri kendimiz hazırlayacağız. Literatürde 21 Aralık – 21 Mart arası “Kış Tırmanışı” olarak adlandırılır. Dağcılar için önemli olan bu tarih aralıkları, kısa günler ve hava koşulları nedeniyle yaza göre daha zor olduğu için ayrı bir prestije sahiptir.

Dağa gitmeden önce kondisyon ve dayanıklılık antrenmanı yapmak önemlidir. Ofis hayatı yaşarken ve çalışırken kalkıp hadi ben dağa gidiyorum demek zor. Biraz kondisyonlu olmak gerekiyor. Ben de hazırlıklara iki ay önce başladım. Bu dönemde Uludağ ve Aladağlar olmak üzere iki dağ zirvesine tırmandım. Ballıkayalar’da kaya tırmanış ile tırmanış salonlarında sport tırmanış çalışmaları yaptım. Etkinliğe sayılı günler kaldığında spor yapmayı bıraktım. Çünkü en ufak bir burkulma veya sakatlık sorunu yaşarsam bunun beni dağda zorlayacağını biliyordum. Şehirde yaşadığınız ufak bir ağrıyı dağa getirdiğinizde etkisini onla çarpmak gerekiyor. Hele sızlayan bir diş ağrısı aman ha sakın diş ağrısı varken dağa gitmeyin!

Ayrıca iniş sırasında diz kapağım ağrıyordu. Bu konuda biraz araştırma yaptım ve dizlik kullanmaya karar verdim. Dizlik, diz çevresindeki bağları destekleyip ağrıyı önlemede etkili oluyor. Her türden spor malzemesi satan oldukça büyük bir mağazada dizlik buldum kendime. Yeri gelmişken meslektaşım Hakan ile bu devasa spor mağazasındaki ilginç buluşma hikayemizi okumak isterseniz tıklayın

Faaliyet öncesi plan yapmak ve ihtiyaç listesini yazmak önemlidir. Ben de öncelikle götüreceğim bütün eşyaları evde salona yayıyorum ve gözden geçiriyorum. Bunun için bir KontrolListesi yaptım. Yolculuk öncesi tüm malzemeleri bir araya toplayıp listede işaret koyuyorum. Böylece daha önceki yazımda da bahsettiğim malzeme unutma problemini yaşamıyorum. Bu kontrol listesinin içeriğini kendi ihtiyacınıza göre değiştirip siz de kullanabilirsiniz. Ayrıca kendim için bir envanter listesi hazırladım. Bununla da görsel kontrol yapıyorum.

Ağrı yolculuğuna bir gün var. Faaliyet öncesi ve sonrası ziyafet çekme adetim olduğundan güzel bir restoranda “damak çatlatan” lezzetlerle buluşuyorum. Büyük gün geliyor. Uçak fiyatları daha uygun olduğu için uçakla Kars’a gidip oradan kara yolculuğu yapmayı planlıyoruz. Kars’a vardığımızda bizi Ağrı’ya götürecek taksi şöförü Latif abiyle havalimanında buluşuyoruz. Çantaları bagaja koymak için taksinin arka tarafına gittiğimizde bagaj kapısında Latif abinin fotoğrafını görüyoruz.
“- Hayırdır abi bu foto ne için?”
diye soruyoruz. Mart ayı sonunda yapılacak yerel seçimlerde muhtar adayı olmuş. Latif abi Sarıkamış’ta yaşıyor. Çocuklarının eğitimi için çabaladığını anlatıyor. Yol boyunca bölge ve gündem ile ilgili hararetli sohbetler yapıyoruz. Üç saatlik yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.

DoğuBayazıt’a vardığımızda hava kararıyor. Geceyi burada dağcıların uğrak yeri olan İsfahan otelde geçireceğiz. Otele vardığımızda bizi lobide ekibimizden Kürşat Öztürk ve Ferhat Ulu karşılıyor. Küçük Ağrı dağı kış tırmanışı yapmak için bizden iki gün önce gelmişler. Uzun yıllardır güvenlik nedeniyle çıkışına izin verilmeyen Küçük Ağrı dağı da artık tırmanışa açılmıştı. Bu faaliyeti başarıyla tamamladılar. Küçük Ağrı dağı, Büyük Ağrı Dağı’nın hemen yanı başında yükselen bir dağ. Büyük Ağrı Dağı’na saygı gösterilerek adlandırılmış olmalı. Çünkü 3896 metre yüksekliğinde olan bu dağ aslında hiç de küçük sayılmaz.

Onlarla merhabalaşıp kendilerini tebrik ediyoruz. Eşyalarımızı odalara yerleştirdikten sonra lobiye inip çıkış ayrıntılarını konuşmak için ekip üyeleri arasında yapılan teknik toplantıya katılıyorum. Mini toplantıda çadır ve ekipman paylaşımları yapılıyor. Herkes ne olur ne olmaz diye kendine ait çadırını getirmiş. Ağırlık azaltmak için yanımıza az sayıda çadır alıp ortaklaşa kalmayı planlıyoruz. Benim çadır büyük olduğu için üç kişi kalacağız. Ben, Hakan ve Halit. Yemek işlerini birlikte yapacağımız için market alışverişine birlikte gidiyoruz. Amacımız iştah açıcı yiyecekler satın almak. Dağda temiz su bulmak zor olduğu için Hakan ve Halit’e küçük şişelerde pet şişe su almalarını tavsiye ediyorum. Çoğunlukla abur cubur ve diğer katı yiyeceklere ağırlık veriyorlar. Market alışverişini bitirip otele dönüyoruz. Lobide oturuyoruz ve Sönmez’in faaliyet planını dinliyoruz. Jandarma Karakolu ile yazışmalar ve görüşmelerden sonra dağın kuzey rotasından tırmanmaya “Güvenlik” nedeniyle izin verilmediğini ve klasik rotayı tırmanacağımızı anlatıyor. Jandarmaya haber vermeden gidilemez mi diye bir düşünce akla geliyor. Ancak böyle bir denemeye kalkışmak akıllıca bir hareket olmayacaktır. Çünkü şöyle bir haber var: Cilo dağına izinsiz tırmandığı sonradan tespit edilen dağcılara ceza verildi. Risk almaya gerek yok, sorumlu davranmak iyi olur.

Hava durumunu kontrol ediyoruz. Görünüşe göre hava sıcaklığı ilk günden sonra artacak. Ama bizim için önemli olan rüzgar durumu. 25 Km/saatin üzerindeki rüzgar hızı sıkıntı yaratmaya aday. Bu kış dönemi zirveyi görebilen sadece bir ekip vardı. Diğer bütün ekipler geri dönmek zorunda kalmışlardı. Sohbet biterken Kürşat aspirin alıp almadığımızı sordu. Yanımızda olmadığını söyledik. Yüksek irtifada kan pıhtılaşma eğiliminde olduğundan akışkanlığını arttırmak için aspirinin faydalı olacağını söylüyor. Hakan ile Doğubeyazıt sokaklarında dolaşmaya çıkıyoruz. Biraz dolaştıktan sonra nöbetçi bir eczane bulup aspirin alıyoruz.

1. Gün:

Ertesi sabah erken kalkıp güzel bir kahvaltı yapıyoruz. İlk kez İran peyniri yiyorum. Krema gibi yumuşacık bir peynir, hoşuma gitti. Kahvaltının ardından bizi Eli köyüne götürecek minibüse çantalarımızı yüklüyoruz. Minibüse binip yola koyulacağımız vakit Tarık abinin gelmediğini fark ediyoruz. Hemen kontrol için odasına çıkıyoruz. Tarık abi odasında dinleniyormuş. Hareket saatinin 1 saat daha geç olduğunu sanıyormuş. Kısa bir bekleme molasının ardından o da aramıza katılıyor ve yolculuğa başlıyoruz. Eli köyüne vardıktan sonra minibüsten inip çantalarımızı sırtımıza yükleniyoruz.

Saat 10:00

Yürüyüşe başlıyoruz. İlk dakikalar kolay geçiyor. Hepimiz güzel uyuduk. Güzel bir kahvaltı yaptık. Ağrı Dağı eteğinde uçan güvercin gibiyiz. Herkesin neşesi yerinde. Bununla birlikte, bir iki saat içinde eğim dikleşmeye başladığında sırt çantası “anneanne evindeki 30 kiloluk beton yorgan” gibi ağırlaşmaya başlıyor. Üzerime yaptığı baskı ile ne elimi ne de başımı hareket ettiremiyorum. Azcık üzerimden kaldırayım istiyorum ama ne mümkün. Çöküyor üstüme. Geride kalıyorum. Tarık abi de dizinin ağrımaya başlamasıyla geride kalıyor. Hava sisli, inceden kar yağıyor. Neden bilmem dilimde “Bir kar yağar ince ince…” türküsü tutturuyorum. Sanırım morale ihtiyacım var.

Saat 16:00

3200 metrede kuracağımız ana kampa, çadır arkadaşlarım Halit ve Hakan ile beraber ulaşıyoruz. Hepimiz çok yorgunuz. Önce çadırı kurmalıyız. Çadırı sabitlemek için etraftan taş bulup getirmeliyiz. Ancak o kadar yorgunuz ki, taş taşımak inanılmaz derecede zor geliyor. Etraftaki taşların çoğu kar altında ya da buza saplanmış durumda. Bir tanesini yerinden çıkarmak için etrafını kazma ile kazmak ve yoğun emek vermek gerekiyor. Kuvvetli bir rüzgar var. Çadırımın yüksekliği 1.35 metre. Normal şartlar altında bu yükseklik güzel bir konfor sağlıyor. Ancak rüzgar yönünden çadırın da etkilenmesine neden oluyor. Yüksek irtifada alçak çadırın kuvvetli rüzgara karşı avantajı var. Ben, Halit ve Hakan, üçümüz de çadırı kurup sabitlemek için müthiş mücadele ediyoruz. Rüzgar nedeniyle çabalarımızın yeterli olmadığını görünce yanımızdaki çadırda kalan Ferhat’tan yardım istiyorum. Sağolsun yardıma geliyor. Yorgunluğun vermiş olduğu yoğun duygu durumu Hakan’ı epey etkilemiş olacak ki çadır kurulumu sırasında yoktan yere Ferhat’la kısa süreli bir polemik yaşıyorlar. Çadır kurulduğunda herkes çadırına çekiliyor ve ortam sakinleşiyor.

Hava oldukça soğuk. Sıcak bir şeyler içmek istiyoruz. Çadırın hemen kapı önünden başlayan 1 metre karelik bagaj olarak adlandırılan kapalı boş bir alanı var. Burada ocağı kurup çevreden topladığımız karı tencereye doldurup ısıtmaya başlıyoruz. Bir süre sonra Tarık abi de kamp alanına ulaşıyor. Sönmez hoca Tarık abinin çok yorgun olmasından dolayı yeni çadır kurmamasını ve geniş olan bizim çadırımızda kalmasını istiyor. Tarık abi çadırımıza geldiğinde içeride 4 kişi oluyoruz. Su ısınıyor. Hepimiz sallama çay içiyoruz. Biraz kendimize geliyoruz. Çorba hazırlamak için büyük tencereyi çantamdan çıkartıyorum. İçine kar doldurup ocağın üstüne bırakıyorum. Zaman zaman suyun kaynayıp kaynamadığını kontrol etmek için ocak başına dönüşümlü geliyoruz. Halit suyu kontrol ederken ocak tüpü baş kısmından alev alıyor. Alevler neredeyse 1 metre yüksekliğe ulaşıyor. Heyecan yaşıyoruz. Allah’tan panik yapmayıp Halit ve ben hemen doğru hareketi yapıp ocağın üstüne doğru elimizle kar atıyoruz. Tüpün üzerindeki alevler sönüyor. Ancak ocak halen yandığı için tüp tekrar alev alıyor. Yine elimizle tüp ve ocak üstüne kar atıyoruz. Neyse ki bu sefer tamamen sönüyor. Gaz vanasını kapatıyorum. Bu durumla ilk kez karşılaşıyorum. Sanırım suyun kaynayıp kaynamadığını kontrol ettiğimiz sırada tüpü kontrolsüz bir şekilde hareket ettirdiğimiz için tüp başlığı gevşedi ve gaz kaçırır hale geldi. Yaşadığımız heyecan o kadar gerçek ve güçlü ki bir daha o ocağı açmaya cesaret edemiyoruz. Bu korku tanıdık bir şey, uzmanlar yusuf yusuf olarak adlandırıyor 🙂 Yanımızda getirdiğimiz kuru yiyeceklerle akşam yemeği yedikten sonra erken yatıyoruz.

2. Gün:

Sabah 08:00

Kalkıyoruz. Çadırlardan birinin içinden güzel bir müzik geliyor. Herkes kahvaltısını çadırında yapıyor ve yavaş yavaş toplanıyor. Bize heyecan yaşatan ocağımı, tüpümü ve birkaç kirli kıyafetimi ağırlık yapmaması için bu kampta bırakıyorum. Dönüşte alacağım. Halit’in de ocağı var, onu kullanacağız. Hedef 4200 metre. Zirveden önce orada son kampı kuracağız. Yola çıkmadan önce aspirin yutuyorum. Hakan da ağzına bir aspirin atıp benden su istiyor. Aspirini susuz yuttuğum için Hakan’a da yut gitsin diyorum. Hakan, bir bardak su esirgediğimi düşünüp bozuluyor. Suyum çanta içinde ve kolay ulaşılabilir bir yerde değil. Ayrıca alışveriş sırasında su alın tavsiyemi dinlemedikleri aklıma geliyor. Ağustos böceği ile Karınca hikayesi geliyor aklıma ne yapayım.

Sırt çantam hafifleyeceğine daha da ağırlaşmış. Sanırım yükseklik yüzünden… Küçük bir adım atsam bile nefes nefese kalıyorum. Oksijen azlığı ile ilgili bir durum bu. Bilinenin aksine yüksek irtifada oksijen oranı az değil. Her yerde olduğu gibi yaklaşık olarak havanın beşte biri oksijendir. Yalnız atmosfer basıncı az olduğu için oksijen seyrek. Dolayısıyla deniz seviyesinde aynı miktarda oksijeni alabilmek için yüksek irtifalarda daha fazla nefes alıp vermek gerekiyor. Sonuç olarak, yüksek irtifada akciğer ve kalp daha çok çalışıyor. Yine saat 16:00 gibi 4200 metreye ulaşıyoruz. Hava dünden daha güzel. Çadırımızı kurduktan sonra hemen içine giriyoruz. Bir şeyler atıştırıp erken kalkacağımız için hemen uykuya dalıyoruz.

3. Gün:

Saat 01:00

Alarm sesine uyanıyorum. İçerdeki kalabalıktan ötürü çadır tentesine değiyordum. Uyku tulumumun üstü nemli ve fırtınadan dolayı herşey ıslak gibi görünüyor. Halit, Hakan ve Tarık abi uyuyorlar. “Beyler, saat 01:00 oldu.” diye sesleniyorum. Hareket yok. Uyumaya devam ediyorlar gibi. Ben yerimde doğrulup sessizce kahvaltı yapmaya başlıyorum. Bir süre sonra Hakan doğruluyor. Halit ve Tarık abi de uyanıyorlar. Halit bacaklarında ağrı olduğunu söylüyor. Herkesin önünde iyi bir performansla kamp alanına gelmişti. Ancak bacağını zorlamış anlaşılan. Onu gelmesi için teşvik etmeye çalışmıyorum. Çünkü bacağının durumunun daha kötüye gitme ihtimali olabilir. Kendi durumum da çok iyi değil aslında. Hatta bıraksalar o yorgunlukla 2 gün uyurum ama son derece kararlı bir şekilde zirveye ulaşma arzum var içimde. Tarık abinin de diz ağrısı var, o da gelemeyeceğini söylüyor. Halit’in ayakkabıları ve eldivenleri daha iyi olduğu için Hakan ödünç alabilir miyim diye soruyor. Halit izin veriyor. Hakan’la kahvaltı edip çadırdan hemen çıkıyoruz. Zirve yolculuğuna başlamak, uzay mekiğinin ilk kalkış anına benziyor. En zor yer ilk kalkış anlarıdır. Uyandıktan sonra geri sayım başlar. Dünyanın çekim alanından ne kadar hızlı çıkarsan yani sıcak uyku tulumundan ne kadar hızlı ayrılırsan o kadar iyidir. Ondan sonrası zaten uzay aracının yakıt tanklarını atıp ufak gazlarla yol alması şeklinde devam ediyor…

Gece tırmanışa başlamamızın amacı şuydu: Havanın en soğuk olduğu bu saatlerde çığ riski daha düşüktür. Bir de zirveye en geç öğle saatlerinde ulaşmak gerekiyor. Öğleden sonra Türkiye dağlarında hava şartları bozabilir. Bu nedenle gece tırmanışa başlamak en uygunudur. Yemek yedikten ve hazırlandıktan sonra yola çıkıyoruz. İlk dakikalar çok önemli. Hızlı gidip henüz soğuk olan bünyeyi zorlamamak gerekir. Yoksa erken havlu atıp tırmanıştan vazgeçmeniz gerekebilir. Çok yavaş adımlar atıyoruz. Yürüyüşüm Mehteran yürüyüşü gibi. İki adım ileri gidip duruyorum; kafamı kaldırıyorum önü veya arkayı kontrol ediyorum. Hakan, istese basıp gidebilecek kondisyona sahip ama yürüyüş tempomu sevdiği için hep arkamdan beni takip ediyor.

Dik eğimleri kramponlarla tırmanmayı kolaylaştıracak bazı yürüyüş teknikleri vardır. Onların ata sporu olduğu için Fransız ve Almanlar bulmuş. 45 dereceye kadar eğimlerde diz hafifçe kırılır, ayak tabanı tam basılarak ördek yürüyüşüne benzer bir yürüyüş yapılır. 45-65 dereceye kadar olan eğimlerde yamaca yan dönülüp ayaklar çapraz geçişle (reverans yapan birini düşünün) ilerlenir. 65 dereceden sonra tabanın tam basılması mümkün olmadığı için Fransız tekniğinin yerine Alman tekniği denen yöntemle yani ayak burnuna basarak ilerlenir. Alman tekniği baldır kasları için son derece yorucu bir yürüyüş tarzı olsa da mutlaka kullanılması gereken bir tekniktir. Karın sertliği de tırmanış için önemli bir durumdur. Kar sert ise en öndeki iz açar ve arkadan gelenler merdiven gibi kolayca tırmanabilirler. Kar yumuşaksa merdiven gibi basamaklar oluşmadığından yürüyüş grup için daha zor hale gelir.
Ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Hakan, üşüdüğünü söylüyor. Hava ciddi şekilde soğuk. Güneş kendini gösterdikçe hava daha ılıman olacaktı. O yüzden güneş doğarsa belki biraz ısınabiliriz diyorum. Hakan üşüdüğünü birkaç kez tekrarlıyor. Kmpa geri dönelim beklentisiyle söylüyormuş, bunu daha sonraki konuşmamızda öğreneceğim. Beni kararlı görünce açıkça dönelim diyememiş. Hareket halinde olduğum için vücut ısım bana yetiyordu. Ama kısa süre durakladığımız anlarda ben de üşüyerek acı çekiyordum. Zikzaklar şeklinde dar patika yolu takip ederek zirveye doğru yürüyüş devam ediyordu. Birbirimizle arayı açmadan grup halinde ilerliyorduk. Bir süre sonra Aydın abinin geri dönüp bize doğru geldiğini görüyorum. Yan yana gelince bize parmaklarını gösteriyor. Ellerini ısıtamadığını söylüyor. Aydın abi kondüsyon ve zihinsel olarak bizden daha hazırlıklı durumda olmasına rağmen eldivenlerindeki bir sorun nedeniyle geri dönmek zorunda kalıyor. Sanırım deforme olan eldiven yüzünden parmaklarında sorun yaşıyor. Yedek eldivenimi verip geri döndürmeyi düşünüyorum. Ama kişi en iyi kendini bilir. Parmakları daha kötü duruma gelebilir diye vazgeçiyorum. Daha sonra kampta buluştuğumuzda soğuk ısırması nedeniyle bir parmağında his kaybı ile kararma yaşadığını öğreniyorum. Tırmanışın başarılı olabilmesi için fiziksel ve zihinsel hazırlıkla beraber şu üç koşulun da bir araya gelmesi gerekiyor:
1. Zihinsel hazırlık
2. Vücudun fit ve antrenmanlı olması
3. Dağcılık malzemelerinin eksiksiz olması ve doğru kullanılması.

Ağrı Dağı’nda güneşin doğuşunu izlemek ve tırmanmak muhteşem bir his yaratıyordu.
Saat 10:30
Zirveye çıkarken, en tehlikeli bölge Cehennem Deresi olarak adlandırılan yere ulaşıyoruz. Atlas dergisi yazarı İskender Iğdır’ın, 2000 yılında Nasuh Mahruki liderliğinde tırmanırlarken talihsiz bir kazada hayatını kaybettiği yer burası. Çok dikkatli ve teknik malzeme ile geçilmesi gereken 20-25 metrelik bir yan geçiş var burada. Bu yükseklikte her yer dört mevsim buz kütlesiyle kaplıdır. Kar yağışı az olursa cam gibi buzul üzerinden geçilir. Bu da kaymaya çok müsait bir ortam sunar. Krampon takmadan geçmek risklidir. Krampona rağmen kayıp düşerseniz hemen kazmayı saplayıp durmaya çalışmak gerekir. Yoksa hız kazanıp yüzlerce metre aşağıya uçmak mümkündür. Cam buz üzerinden krampon ve kazma ile Cehennem Deresi boğazını sorunsuz olarak geçiyoruz. Son 150 metreye geliyoruz. Eğim arttı ama zorlayacak düzeyde değildi. Heyecanımız artmıştı.

Saat:11:00

Midem bulanıyor, hafiften bir kusma isteği duyuyorum. Vücudumun verdiği tepkileri dikkatle takip ediyorum. Yüksek irtifa hastalıklarının belirtileri bunlar. Kısa süre içinde dikine ciddi irtifa yaptığımız için vücut iyi aklimitize olamamış. Böyle durumlarda tek çare iniş yapmak ve bünyenin irtifaya alışmasını beklemek. Zirve birkaç dakikalık uzaklıkta. O yüzden durumum da iyi sayılır olduğu için devam ediyorum. Zirve platosunda Mehmet Yaldız, Mehmet Güngör ve Esin Handal ile karşılaşıyoruz. Hacı hacıyı Mekke’de, dağcı dağcıyı zirvede bulurmuş! Kısa bir konuşma molasından sonra hepimiz 5137 metredeki zirveye ulaşıyoruz.
Fotoğrafta güneşli ve açık bir hava görünmesine rağmen zirvedeki hava şartları uzun süre durmamıza imkan vermiyor. Hakan’dan fotoğraf için yardım istiyorum. Hakan alel acele birkaç fotoğrafımı çekiyor. Tebrik ve kutlama merasimi için zirvede en fazla 5 dk. kalıp fazla oyalanmadan inişe başlıyoruz.

Diğer bir flamayı rüzgarda elimden kaçırınca Mehmet abi (Güngör) ile Adım Adım flamasını birlikte açıyoruz. Arka plandaki ayda yürür gibi ağır adımlarla çerçeveye giren Sönmez hoca…

Zirve fotoğrafı çektirirken dikkat edilecek konular:

Dikkat edilmesi gereken bir kaç nokta var. Yoksa yandaki fotoğraftaki gibi alel acele bir kaç fotoğraf çektirirken komik görüntüler verebilirsiniz. Aşağıdakileri kendime söylüyorum ama siz ibret almak isterseniz alın tabii 🙂
• Hiçbir şey düşünemiyor insan zirvede. Yüksek irtifada az oksijen nedeniyle derin düşünmek mümkün değil, yapacaklarını önceden planla.
• Ve en önemlisi, nolur kazmayı kazma gibi tutma 🙂 Kazmanın bilekliğini olması gerektiği gibi eline geçir. Ucu yan tarafa bakar durumda tut, daha estetik duruyor.
• Fotoğraf için mont cebinden telefon çıkardıysan cep astarı dışarı çıkmış olabilir, biraz daha dikkat et be birader!
• Bir de mont şapkanı, kaskını falan düzelt. Kar gözlüklerini kısa bir süre çıkar bi kim olduğun anlaşılsın. Ninja Kaplumbağa Donatello’musun sen!
Son olarak ben ettim siz etmeyin bunları kendinize… 🙂

Zirveden inip kampa dönüyoruz. 4200’e indiğimde çadırımın hali beni şaşırtıyor. Yan tarafındaki kazıklar yerinden kurtulmuş neredeyse uçup gidecekmiş, yarısı havada duruyor. Sınırlı bir düz alan olduğundan ve çadır çokluğundan yeri biraz kötüydü. Neyse ki uçup gitmemiş en azından. Çadırın kazıklarının tamamen yerden kurtulup uçmaması için iki elimle tutuyorum. Eşyaları hızla topluyoruz. Normalde kampta bir gece daha dinlenip ertesi gün dağdan inecektik. Ancak 80-100 km arasında değişen bir fırtına geliyordu. Havanın fena bozacağını öğrenince hızlı bir değerlendirme yaptık ve 4200 kampını toplayıp beklemeden aşağı inme kararı alıyoruz. Çadırları topluyoruz ve çantalarımızı hazırlayıp dönüş yoluna geçiyoruz. Ekibin çoğu popo üstü oturup kayarak iniyor. Sırt çantama bağlı eşyaların çokluğundan oturup kaymayı beceremiyorum. Yürüyerek geliyorum ve geride kalıyorum. Tarık abi de dizinin ağrıması nedeniyle geride kalıyor. Aydın abi dinç olduğu için önden gidiyor. 3200 kampına uğrayacak ve oraya bıraktığımız eşyaları alıp devam edecek. Önden giden hızlı grubu bekletmemek ve çok geç kalmamak için elimizden geldiğince acele ediyoruz. Bu nedenle Aydın abinin benim eşyaları da alacağını düşünüp kampa uğramadan geçiyoruz. O da benim kampa uğrayıp eşyalarımı alacağımı düşünmüş. Bu iletişim eksikliği nedeniyle orada parlayan ocağımı ve ufak bir iki eşyamı bırakmış oluyorum. Neyse sağlık olsun. Bu arada önden giden Aydın abi karanlıkta yolunu kaybederek Eli köyü yerine başka bir köye ulaşmış. Daha sonra bir araba kiralayarak Eli köyüne geldi.

Biz Sönmez Hoca’nın GPS cihazıyla ilerliyoruz. Ay ışığı olmadığı için zifiri karanlıkta kafa lambalarımız önümüzü aydınlatıyor. Gideceğimiz yönü biliyoruz ama arazide olduğumuz için gittiğimiz yer düz bir alan değil, patika bile yok. Yolumuz üzeri karşımıza 20-30 metrelik derinliği olan bir vadi çıkıyor. Sırt çantamız ile vadiye inip kaya tırmanışı yaparak vadiyi geçiyoruz. Eli köyüne 23:00 gibi varıyoruz. Sabah 02:00 ile akşam 23:00 arası neredeyse 21 saat süren faaliyet sona eriyor. Ayaklarım hiç dinlenmeden 21 saat dağ botu içinde haşat oluyorlar. Sağ ayak baş parmağımda kan toplanmış (Sonradan doktora gidip iğneyle içindeki kanı boşalttırdım ama 2 hafta içinde tırnağım kararıp düştü. 8 ayda yeni tırnak çıktı ve eski haline döndü neyse ki). Önceden haber verdiğimiz bizi bekleyen minibüse atlayıp Doğubeyazıt ilçe merkezine doğru yol alıyoruz. İlçe merkezine vardığımızda otele malzemelerimi bırakıp içecek bir şeyler almak için dışarı çıkıyorum. O saatte bir Tekel bayisi açık… İçerideki yaşlı amca dağcı kıyafetleri ile çok yorgun halimi görünce şaşırıyor. İçim susuzluktan yanıyor. Canım tuzlu bir ayran çekiyor. Ayran var mı diye soruyorum. Şaşırıyor biraz. Sanırım şaka yapıp yapmadığımı anlamaya çalışıyor. Alkollü birşey aramıyorum sadece susuzluğumu giderecek birşey ihtiyacım var. Ayran yokmuş. Neyse ki su var. Ne yanmış içim be…Susuzluğumu gideriyorum. Sonra doğruca otele geri dönüyorum ve mışıl mışıl uyuyorum.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra şehir gezisine çıkıyoruz. İshakpaşa Sarayı’nı ziyaret ediyoruz. Avlusunda gördüğüm hoşuma giden bir kare yakalıyorum. İshakpaşa sarayı ile ilgili daha fazla fotoğrafı Doğu Gezisi yazımda bulabilirsiniz.

Dönüş yolu yine Latif abinin taksisi ile Doğubeyazıt’tan Kars’a doğru.

Herkesin üstünde tatlı bir yorgunluk var. Camdan dışarı bakıyorum. Yaklaşık bir saattir yoldayız ama Ağrı Dağı tüm ihtişamıyla hala önümüzde duruyor ve hiç küçülmüyor. Kulaklarımda Ağrı Dağı Efsanesi’nin müziği çalıyor. Bir çok anı biriktirdim, anılar gözlerimin önünden geçiyor. Dağın etrafında dolanan, çekiminden kaçamayan küçük bir uydu gibi hissediyorum..

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]


Bu hafta sonu Klos Dağcılık Sönmez Erkaya önderliğinde KUDAK (Koç Üniversitesi Dağcılık Klübü) ile birlikte Sultan Dağlarına gideceğiz. Hedefimiz dağın 2675 metre rakımlı en yüksek noktası Gelincikana zirvesi. Afyonkarahisar ili sınırları içinde bulunan bu sıradağların ismi, Bizanslılarla Selçuklular arasındaki savaşta Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah’ın ordusunu dağın yamacına yerleştirmesinden geldiği söyleniyor.

Bu faaliyete 29 kişilik kalabalık bir ekip katılıyor. Koç Üniversitesi öğrencileri hepsi pırıl pırıl gençler. Doğrusunu söylemek gerekirse onlara imreniyorum. Benim öğrencilik zamanımda (90’lı yıllar) kaliteli teknik malzemeye kolay ulaşım imkanı yoktu. Maddi imkanlar iyi olsa bile seçenekler şimdiki kadar geniş değildi. Artık yurt dışında gördüğümüz yeni sezon ürünleri -vergilerden kaynaklanan ek maliyeti saymazsak- uygun fiyatlarla ülkemizde de bulabiliyoruz. Bu nedenle şanslılar. Aslına bakılırsa hala teknik malzemelere ufak bir servet yatırmak gerekiyor. Ama doğa sporları kulüpleri sayesinde bu problem aşılabiliyor. Bazı klüpler bu malzemeleri günlük kiralamanıza olanak sağlayabiliyorlar.

Doğa sporları ürünleri satan firmalar İstanbul’da Karaköy ve Kadıköy civarında toplanmış durumda. Kendi gözlemlerim ve çevremden duyduklarım buralarda çalışan satış görevlilerinin ihtiyaçlar konusunda insanları doğru yönlendirdikleri yönünde. İçlerinde aktif olarak araziye gidip bu malzemeleri kullanan sayısı az olsa da bu ürünleri talep edenler genellikle araştıran kesim olduğu için iki taraf birbirini tamamlıyor.

Yeni bir malzeme alacağınız zaman, önce üyesi olduğunuz klübünüzden veya bir arkadaşınızdan ödünç alma yöntemini tavsiye ederim. Ancak bu şekilde doğru ürüne doğru yatırım yapabilirsiniz. Örneğin kilitleme mekanizması çevirerek sıkıştırmalı olan bir baton işlevsiz olabilir. Bunu görüp farklı kilitleme mekanizması olan bir batona yönelebilirsiniz. Tek kurulumlu ve çift kapılı bir çadırın pratikliğini kullandıkça görebilirsiniz. Bir de yatırım yaparken 1 hafta sonra gidilecek yeri düşünerek değil uzun süre kullanım ihtiyacınızı düşünerek tercih yapmanızda fayda var. Örneğin bir uyku tulumu, diğer malzemelere kıyasla dikkatli bir kullanımda 10-20 yıl size hizmet verebilir. Alırken ısı değerlerine fazla takılmadan hafifliğine dikkat etmek gerekir. Uyku tulumları için üretilen ipek içlikler var. Uzun yıllar temiz kullanım içim içlik kullanmanızı tavsiye edebilirim.

Doğa sporları ile içli dışlı olmaya başladığımdan beri AVM’lerden alışverişim azaldı. İnanın koca AVM’de bir sürü mağazaya girip çıkıyorum, ilgimi çeken bir ürün çıkmıyor. Hayır, sorun mağaza çalışanlarının bilgisizliği veya yaklaşımı değil. Tam tersine geçmiş yıllara göre çok geliştiler. Sorun bende. Neredeyse her üründe askeri standartlar arar duruma geldim. Senelerce kot pantolon giymiş biri olarak eski fotoğraflarıma bakıp şaşırıyorum. 70’li yıllarda İspanyol bol paça pantolon giymiş anne babalarımız gibi hissediyorum. 2000 yıllarda kot pantolon giymek bana çok saçma geliyor. Kot pantolon yazın terletiyor, kışın üşütüyor. Sağlıklı bir giyecek değil, doğada bir yeri yok. Çoktan tarih olması gerekirdi. Ben pratik ve ucuz diye yıllarca giymişim. Bir zamanlar Levis 501 efsanesi vardı. Giymek için para biriktirirdik. Bir de Converse’un basketbolcu ayakkabıları modaydı. Taraklı ayaklarımı rahatsız etse de popüler diye bu ayakkabıyı giyiyordum. Ayak yapısını desteklemeyen, uzun saatler giyildiğinde ağrı yapan bu ayakkayıbı düz taban olmadan bıraktım çok şükür.

Benzer bir duyguyu yemek alışkanlıklarımı değiştirdiğimden beri süpermarketlerde yaşıyorum. Koca koca marketlerde ekmek, süt gibi temel birkaç şey dışında yiyecek bir şey bulamadan dışarı çıktığım çok oluyor. İşlenmemiş, doğal ürünler bulmak için süpermarketler sanırım en son bakılacak yerler. Mahalle bakkalını daha sık ziyaret ediyorum. Şu an alışveriş alışkanlıklarım daha küçük, butik hizmet veren yerlere doğru yöneldi. Belki de mahalle bakkallarını özledim bilemiyorum.

Aracımız cuma akşamı 23:00 gibi Mecidiyeköy’den hareket ediyor. Hazırlıklarımı yapıp 22:00 gibi evden çıkıyorum. Yanımda sokak köpekleri için hazırladığım küçük et parçaları var. Daha gece nöbetleri başlamamış ama kamp çantamı gördükleri zaman havladıkları için nolur nolmaz rüşvetimi şimdiden hazır ettim. Koşarak geliyorlar ve etleri löp löp götürüyorlar. Bu sırada uslu yakalamışım hadi bir foto çekeyim diyorum. Fotoğraf makinemi çıkarıp denklanşöre basıyorum. Hafif bir flash patlaması oluyor. Ama o da ne! “hafıza kartı yok” uyarısı veriyor. Hafıza kartını bilgisayara takılı unutmuşum. Haydaa. Bu arada flash patlamasından rahatsız olan kuçulardan biri kafasını kaldırıp bana bakıyor. Hiç de dostça bir bakış değil bu. Yemeye devam etme ile havlama arasında ikilem yaşıyor. Ben de daha fazla şansımı zorlamadan eve dönüyorum. Geri dönüşümü kısaca tarif etmek istiyorum: “Acele değil ama çabuk çabuk” diyebiliriz 🙂 Bir “Şener Şen koşusu” gibi ayaklarım popoma vura vura değil kesinlikle 🙂 Hafıza kartını alıp tekrar çıkıyorum yola. Kuçukuçular yemeği bitirip dağılmışlar. Etrafta görünmüyorlar. İstikamet Mecidiyeköy. Mecidiyeköy’e 1 saat erken geliyorum. Aklımdan malzeme kontrolü yapıyorum…

– Düdük? Aldım.
– Tozluk? Aldım.
– Eldiven? Aldım.
– Buff? Aldım.
– Güneş gözlüğü? Aldım.
– Kafa feneri? Hay… Bunu unuttum.

Küçük bir şey ama önemli. Bundan sonra bir kontrol listesi yapacağım. Bir kağıda malzemelerin hepsini yazıp yola çıkmadan önce tek tek üzerinden geçerek kontrol etmeliyim. Başka türlü olmayacak. Malzemeler evde farklı farklı çekmece ve dolaplarda duruyor. Ne kadar dikkat etmeye çalışsam da hep bir şey unutuyorum. Evet en iyisi bir liste hazırlamak. İşin yoksa atla taksiye dön geri. Taksiyle eve dönüp kafa fenerini alıp tekrar Mecidiyeköy’e geliyorum. Neyse ki otobüs biraz geç geliyor da yetişme problemi yaşamıyorum. Yolculuk uzun.

Bir arkadaşımın hediye ettiği seyahat yastığını şişirip boynuma geçiriyorum. Keşke daha önce haberim olsaymış bu yastıklardan. Kullanışlı, basit, ucuz bir ürün. Deliksiz uyku çekmeyi sağlamıyor ama uyuklarken kafanın boşluğa veya yanındaki yolcunun omzuna düşmesini engelleyerek boyun ağrısı oluşmasını önleyebiliyor. İhtiyaç bitince havasını söndür; cebe sığacak kadar katlanabiliyor. Uzun gece yolculukları yapanların mutlaka bir tane edinmesi gerekir bence.

Sabah erken saatte Afyonkarahisar’a ulaşıyoruz. Çay ilçesi meydanında bir bakkala uğrayıp su ve diğer ihtiyaçları tedarik ediyoruz. Çantamda 4 litre su var. 5 litrelik daha şişe su alıyorum. Kamp yerinde su kaynağı var ama damla damla akan bir kaynakmış. Bakkal amca, sabahın köründe bir otobüs dolusu insanı alış veriş için dükkanında görünce keyfi yerine geliyor. Ne alsam diye düşünceli etrafa bakınca bana Afyon’un meşhur kaymağını tavsiye ediyor. Ara gazı müthiş:

– “Bakın bu camız kaymağı direkt üreticiden geliyor.”
– “Dışarıda, tesislerde falan 10 liradan aşağı bulamazsınız ben de 7.5 lira”
– “En havalı kahvaltı sofrası seninki olur al bunu.”

“Manda sütü pahalı, 7.5 liraya manda kaymağı mı olur?” diyemedim ya…peki alayım dedim. Krema da olsa yerim ben bu gazdan sonra.

Kaymak – 7.5 tl
Bal – 2 tl
5 litre su – 2.75 tl
veriyorum.

Saat:10:00 gibi otobüsümüz Yakasinek beldesine varıyor. Adres ve yol sormak için duruyoruz. Şansımıza muhtar çıkıyor. Otobüsün kamp alanına gitmek için uygun olmadığını öğreniyoruz. Bunun üzerine traktör ayarlaması için bize yardımcı olmasını istiyoruz. Belediye başkanının bize yardımcı olabileceğini ama kendisinin şu an şehir dışında olduğunu söylüyor. Otobüsten inip meydandaki kahvehanenin olduğu yere geliyoruz. Burada yaşayan insanlar güneşten faydalanmak için sandalyeleri yolun karşısındaki duvara dizmişler, oturuyorlar. Sönmez hocanın gayretleri sonucu traktör ayarlanıyor.
Traktör kasası, bizim kamp malzemeleri ile dolduğu için traktör kamp malzemeleri ile önden giderken, çoğunluk yürüyerek kamp alanına ulaşacak. Sönmez hoca, yürüyüş yapacaklara bilgi veriyor. Traktör üstünde konuşması, seçim vaadi veren politikacılar gibi alkışlanarak sona eriyor. Aman hocam verdiğin sözlere dikkat et 🙂 Burayla ilgili şöyle bir hikaye duydum…
Afyonkarahisar’a bağlı Yakasinek ile Deresinek arasında, 100 yıla yakındır süren bir husumet varmış. Husumetin ne olduğunu onlar da unutmuş. 2002’de Afyon depremi sırasında Cumhurbaşkanı Sezer, ziyaretini tamamlayıp Ankara’ya dönerken, Deresinekliler ellerinde Türk bayrakları ile yolu kesmişler. Cumhurbaşkanı, hemşehrilerini kırmayarak Deresinek köyüne kısa bir süre uğramış. Bu ziyaretten haberi olan Yakasinekliler, belediye başkanlarının üzerine saldırıp “Sen Cumhurbaşkanını niye bizim beldeye getiremedin” diye biraz hırpalamışlar. Olay basına yansıyınca Yakasinek belediye başkanı popüler olmuş. Valinin misafiri olmuş, Ankara’dan çağırıp gönlünü almışlar.

Saat 11:00 gibi başladığımız yürüyüş 2.5 saat sonunda tamamlanıyor. Kamp alanına varıyoruz. Traktörle önden gidenler çadırlarını kurmuşlar bile.
Kamp alanına ulaştığımda ben de çadırımı kurmaya başlıyorum. Husky Felen çadırımın kurulumu kolay. Tek defada kurulabilen bir model. Yani yağmur veya kar yağışı sırasında çadırın içi ıslanmadan kurulum yapılabiliyor. İki kurulumlu olanlarda önce iç tente kuruluyor sonra dış tenteyi üzerine geçiriyorsunuz. Bagaj hacmi geniş. Avantajları bunlar. Çadırın altına, her nalburdan bulunabilecek bir naylon seriyorum. Çamurdan koruması için. Bu naylon çantamda epey yer kaplıyor. Bu yüzden katlandığında daha küçük hacim kaplayan ve ucuz başka bir malzeme bakacağım.
Gelelim beğenmediğim özelliklerine. Birinci sırada ağır olması geliyor. 3-4 kişilik bu çadırın toplam ağırlığı 5.6 kg. Tek kişi için pek taşınabilir bir aralıkta değil. Poller ve çadır kazıkları yaklaşık 2 kg. tutuyor. Bunları çadır arkadaşımla paylaşıp ancak makul bir ağırlık aralığına getiriyorum. Kar eteği yok. Üretici herhalde ağırlığı daha da abartmayalım diye koymamış olabilir.
Sönmez hoca, eğitim amaçlı herkes için çorba hazırlıyor. Hepimiz etrafına toplanıp yemek programı seyreder gibi izliyoruz. Çantasından onlarca küçük kutu çıkarıyor. Hepsinde çeşit çeşit baharatlar bulunuyor. Simyacı gibi hepsinden bir tutam alıp tencerede pişen çorbaya serpiyor. Güzel şeffaf plastik bir kutuda zeytinyağı getirmiş onu da ekliyor. Ben de böyle bir kutu araştırıyordum bir süredir ama bulamamıştım. Altı üstü bir kutu diyeceksiniz ama doğada kullanım için bazı özelliklerinin olmasını istiyorum. Mesela, hacmi küçük olmalı. Kolay kırılmayacak bir malzemeden olmalı. Plastik olabilir ama içinde yiyecek saklanabilecek kalitede bir plastik türünden olmalı. Soğukta zeytinyağını dondurmasın vb…

Yemek sonrası, Sönmez hoca isteyenlerle birlikte bir keşif gezisine çıkıyor. Ben 2.5 saatlik yürüyüş sonunda yorgun düştüğüm için geziye katılmıyorum. Kampta kimse kalmıyor. Çadırıma çekilip dinleniyorum. Dinlenirken çekirdek çitliyorum. İçim nedensiz bir hüzün ile doluveriyor. Telefonumda müzik listesini bulup açıyorum. İlk sırada Zeki Müren’den “Kahır Mektubu” çalıyor. Kısa da değil off ki ne off 30 dakikalık bir dertli yolculuğa çıkarıyor beni. Fırtınada savrulan gemi gibi yapıyor beni rahmetli. Daha da dertleniyorum. Dağda morali yüksek tutmak lazım. Bu yüzden bir sonraki şarkıya bakmadan telefonu kapatıyorum. İnsanı darmadağın eden şarkılara denk gelmemek için…

Keşif gezisine katılanlar hava kararırken kampa dönüyorlar. Akşam yemeği hazırlıklarına başlıyoruz. Sönmez hoca yemeği pişirirken bir ara üşür gibi oluyor. Çadırına gidip kaz tüyü yeleğini giyip geliyor. Soğuktan korunmak için kaz tüyü ürünlerden iyisi yok. Kaz tüyü daha çok Macaristan ve Polonya’da yetiştirilen kazlardan elde ediliyor. Ülkemizde de Kars ilimizde kaz yetiştiriliyor. Orada güzel bir potansiyel var ama yerli firmalar neden değerlendiremiyorlar bilmiyorum. Know-how’ı getirmek ve bu ürünleri burada üretmek herhalde henüz yapılabilir değil.

Kaz ciğeri, yemek olarak ekonomik bir değer. Hayvanın ciğerini büyütmek için hortumla sürekli yemek yedirdikleri görmüştüm. İnşallah daha kötüsünü hayvan canlıyken tüylerini alarak yapmıyorlardır. Tüy alımı nasıl oluyor çok bilgim yok. Hakan’la daha önce bu konuda tartışmıştık. Ben bu tür hayvanları yetiştirip etinden ve tüyünden (insani bir şekilde!) faydalanma taraftarıyım. Sonuçta süs için öldürmüyoruz bu hayvanları. Hakan da sentetik alternatifler varken hayvanların tercih edilmemesi görüşünde. Bana şunu soruyor: “Evrim sırasında bizden ileri giden bir tür olsaydı ve gelip ‘Vücudundaki tüm kılları yolacağız çünkü ihtiyacımız var’ deseler ne yapardın?” diyor. Bayıltıp yapabilirler diyorum. Varsayımına başka mantıklı bir cevap veremiyorum. Kaz tüyü montu dağda bir bebek kundağı konforu sağladığı için vazgeçmek çok zor benim için.

Yemek sonrası ateşin başında sosyalleşiyoruz. Sohbet güzel, epey oturuyoruz, hiç üşümüyorum. Grubumuzdaki Tayvanlı arkadaşımızın çektiği güzel bir kamp fotoğrafımız. Tayvanlı arkadaşımızın soyadı Wang. Tanışırken ismi yerine daha akılda kalıcı olan soyadını söyledi. Koç Üniversitesi’nde bir dönem öğrenim görmeye gelmiş. Aynı zamanda Türkiye’yi gezip dolaşıyor. Kısa bir süre sohbet ettik.
Tabii hemen klasik sorularımızdan bir demet sundum kendisine. Orada elektronik fiyatları beklediğimin aksine ucuz değilmiş. Hatta ikimiz de Canon marka fotoğraf makinesi kullanıyoruz. Bana söylediği fiyat Türkiye’dekinden 100 lira daha fazlaydı. Belki fabrikadan sıcak çıktıysa pahalıdan vermiş olabilirler arkadaşa bilemiyorum 🙂 Ha bir de merak ettiğim bir soru vardı: “Görünüşünden Tayvanlı, Koreli ve Çinli nasıl ayırt edebiliriz” diye sordum. Bana “Dışarıdan anlaman çok zor; belki gözlerin çekikliğinden çıkarabilirsin ama kesin olarak konuşmasından, aksanından nereli olduğunu anlayabilirsin.” dedi. Ee hacı ben dillerini de bilmiyorum ki diyemedim tabii. Verdiği bilgiler için kendisine teşekkür ettim.
Saat 04:00 gibi kalkıyorum. Soğuktan nefesim buhar üfleyen makineler gibi etrafa buhar saçıyor. Kahvaltı yapıyorum. Saat 05:00 gibi hareket edeceğiz. Kamptaki diğer arkadaşlarla birlikte faaliyet için hazırlıklara başlıyoruz. Toparlanma uzun sürüyor.
05:30 gibi yola çıkabiliyoruz. Sönmez hoca, belki bu nedenle grubun genel malzeme kontrolünü detaylı yapamıyor. Yolda ilerlerken, su ve yiyeceğini ortaklaşa taşıyıp ağırlık olmasın diye yanına çanta almayan bir kişiyi fark edip uyarıyor: “Boş da olsa ne olursa olsun herkesin çanta taşıması gerekir. Çünkü arkadaşınızla bir sebeple ayrı düşerseniz yaşamsal ihtiyaçlarınızı karşılayamaz duruma gelebilirsiniz. Veya düştüğünüzde sırtınızı koruyacak olan malzeme çantanızdır.” Bu söylediklerini ilerleyen saatlerde canlı bir şekilde tecrübe ediyoruz.
Sönmez hoca, yolda ilerlerken dönüşümlü olarak herkesin lider olmasını istiyor. En önde giden kişi bir süre liderlik yapıp yorulduğunda grubun en arkasına geçiyor. Yolda ilerlerken kaptırıp giden, grubunu kollamayan lideri uyarıyor. Ben de lider olduğumda gruptan geride kalan bir kişiyi fark etmediğim için uyarılardan nasibimi alıyorum.
Klasik rotadan ilerliyoruz. En zorlayıcı kısım bu baca. Yağmur gibi taş yağıyor. Herhangi bir taşa dokunduğunuz anda taş aşağıya son sürat yuvarlanıyor. Böyle bir durumla karşılaşıldığında ilgili kişi “Taaaaşşşş” diye bağırıyor. O sırada aşağıda kalanlar kasklarını öne eğerek ve siper alarak taştan kendini koruyor. Ne kadar dikkat edilirse edilsin ayağı yerden kaldırırken bile taşlar aşağıya yuvarlanmak için fırsat kolluyor sanki. En arkadan gelen Sönmez hoca, bastığımız yere dikkat etmemiz için defalarca kez uyarıyor. Neyse ki önemli bir kaza atlatmadan bacayı geçiyoruz.
Zaman ilerledikçe hava güzelleşiyor. Öğlen gibi zirveye ulaşıyoruz. Tayvanlı arkadaş zirve defterine ismini yazıyor.
Yaklaşık 30 dakikalık dinlenme ve fotoğraf arasından sonra inişe geçiyoruz. Zaman kaybetmemek için geldiğimiz bacadan değil çevresinden dolaşıyoruz. Ancak burası bacadan çok daha zorlu bir yer çıkıyor.
Baca başlangıcına ulaşabilmek için indiğimiz yerden biraz yükselip vadiyi yanlamasına geçmemiz gerekiyor. Dan Osman gibi ipsiz tırmanış yapıyoruz buraları. Dan Osman anmışken kendisi inanılmaz yetenekli bir tırmanışçı. 120 metrelik dik kayalığı 4.5 dakikada herhangi bir emniyet almadan koşar adım çıkan birisi. Ayrıca uçurum, viyadük gibi yerlerden iple serbest atlayış yapıyor. İsmi içimizden birisini çağrıştırıyor ama kendisi Japon kökenli Amerikalı. 98 yılında Yosemite vadisindeki 330 metreden atlayışında maalesef ipin kopması nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bu efsane adamın kısa bir tırmanış filmini buradan izleyebilirsiniz.
Grubumuzdaki arkadaşlardan bazıları kayalıklara yakın değil açıktan tırmanıyor. İçlerinden bir kişi tutunacak yer olmayan bir yerde durmak zorunda kalınca bulunduğu yerde kilitlenip kalıyor. Ben hemen 2-3 metre uzağında bulunuyorum ama yardıma gidemiyorum çünkü tutunup destek verebilecek bir konumda değilim. Sönmez hoca, Şükrü arkadaşımıza yardıma gitmesi için sesleniyor. Şükrü, faaliyet boyunca herkesin yardımına koşuyor. Kendi aramızda “Şükrü koş Şükrü” diye takılıyoruz. Şaka bir yana öyle zor bir durumda yardıma gitmesi büyük bir cesaret örneği idi.
Tek sıra halinde kayalıkların dibinde bekliyoruz. En yukarıda Sönmez hoca, yan geçiş için ayakkabısının ucuyla yere vurarak kayalıkta basılacak yer açmaya çalışıyor. Yukarıdan sürekli taş düşüyor. Düşen taşları kollayıp hareketsiz beklemek sıkıntı veriyor. Önümdeki arkadaşın ayağına kramp giriyor. Yaklaşık yarım saat çıktığımız yerden vadiyi yan geçmek için uygun bir yer bulamayıp pes ediyoruz. Aşağıya inip yan geçiş aramamız gerekiyor. Çünkü ilerlersek daha zorlu bir yer bizi bekliyor.
Aşağı inerken bazı arkadaşlar çömelerek çarşak üzerinde kayıyorlar. Uzaktan gölde kano ile yolculuk yapar gibi görünüyorlar. Yukarıdan yuvarlanarak inen taşlar yine tehlike yaratıyor. Bu taşlardan iki tanesi çömelerek giden arkadaşlarımızın sırtına hızla çarparak duruyor. Sırt çantaları olmasa bu taşlar yaralanmalarına sebep olabilirdi.
Vadiyi geçerken çok yorulduğumuz bir sırada dinlenme molası veriyoruz. Yan geçiş yaptığımız bir yer burası. Bastığımız yere çok dikkat etmemiz gerekiyor çünkü tek ayakla basılacak kadar dar bir patikadan ilerliyoruz. Fatih arkadaşım bu sırada çantasından çıkarttığı kuru yemişini paylaşıyor. Böyle güzel insanlarla birlikte ilerlemek tüm zorlukları unutturuyor.
Vadiden inip tekrar yukarı çıkmak hem zaman alıyor hem de bizi epey yoruyor.
Yukarıda açık güneşli bir hava var. Ama aşağıda sis çökmüş durumda. Rahatsızlanan 2 arkadaş kamp alanında kalmışlardı. İyi ki kamptan uzaklaşmamışlar. Çünkü siste kaybolma ihtimali yüksek. O yorgunlukla arama çalışmasına başlamak kötü olurdu. Saat 18:00 gibi kampa dönüyoruz.
Hızlıca eşyalarımızı toplayıp traktörün kasasına yerleştiriyoruz. Biz de traktörün arkasından yürüyüşe başlıyoruz. 2-3 saatlik yolumuz var. Zirve dönüşü epey yorulduğumuz için köye dönüş yürüyüşümüz zorlu oluyor. Yolda haberi alan yetkililer belediyenin 4×4 arazi aracı ile gelip bizi yoldan alıyorlar ve başladığımız meydandaki kahvehaneye kadar getiriyorlar. Bu yorgunluğun üstüne ilaç gibi geliyor bu iyilikleri. Allah razı olsun.

Hepimiz kahvehaneye doluşup dinleniyoruz. Bize çay ısmarlıyorlar. Sohbet doğal olarak dağ ile ilgili. Gördüklerimizi, yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Onlar da bize Sultan dağı ve Gelincikana isminin nereden geldiğiyle ilgili bir rivayet anlatıyorlar. Sultan isminde bir kız, sevdalısı varken babası onu tanıdığı zengin bir dostunun oğluyla evlendirmek ister. Düğün dernek kurulduğu gün Sultan, üzerinde gelinliğiyle kaçar. Arama için ekipler oluşturulur her yerde Sultan’ı ararlar. Bir süre sonra Sultan’ı dağın tepesinde gelinliği ile ölmüş olarak bulurlar. İşte o günden beri bu dağa Sultan dağı, en yüksek tepesine de Gelincikana ismi verilir.
Bize anlattıkları hikaye bu. Sohbet sırasında neşeli bir abi, define bulup bulmadığımızı sordu. Yüzü Kaya Çilingiroğlu’nu andıran orta yaşlı abi yerinde duramıyor, tüm merakıyla bizim oraya asıl olarak define bulmak amacıyla gidip gitmediğimizi anlamak için sorular soruyordu. Sanırım orada böyle bir söylenti var. Neyse, abinin hayallerini yıkmadan amacımızın define araştırma olmadığını anlattık. İzinlerini isteyerek oradan ayrılıyoruz. Dönüş yoluna geçmek için otobüsümüze biniyoruz. Günün sonunda elimizde kalan değerli bir taş yoktu ama bizi daha da zenginleştiren dostluk ve paylaşım vardı…


Sabah 06:00. Erken kalkıyorum. Bugün dop dolu bir programım var. Gündüz Ballıkayalar’a gidip kaya tırmanışı yapacağım. Akşam da Cumhuriyet Bayramı yürüyüşüne katılacağım. Çantam geceden hazır. Sabah çayımı demleyip termosa doldurdum ve yola koyuldum. Sokakta beş köpek arka arkaya yatmış dinleniyor. Mahallemizde hayvan sever sayısı çok. Herkes ayrı ayrı besliyor bu hayvanları. Eee imkanlar iyi olunca motosiklet büyüklüğünde köpekler ev belliyor sokağımızı. Yanlarından temkinli geçiyorum. Çünkü sırtımdaki çantanın büyüklüğüne göre arıza çıkarma huyları var. 65 litrelik kamp çantam olunca mutlaka havlıyorlar mesela. Sanırım büyük çanta sevmiyorlar. Bir keresinde hiç oralı olmayıp yanlarından geçmiştim. Arkamdan gelip yağmurluğuma asılıp yırtmışlardı. Bugün küçük sırt çantam var. Ses etmiyorlar. Ama yine de içlerinden biri sokağın sonuna kadar takip ediyor beni. Gözden kaybolurken “bu sefer bir şey demiyoruz haa ona göre” bakışı atıyor sanki. Bu hayvanlara bir türlü ısınamadım. Haçiko filmi izledim o da fayda etmedi. Ben kedi severim.

Saat 07:00. Bizi Ballıkayalar’a götürecek minübüse biniyorum. Araç içinde küçük bir köpek görüyorum. İçimden haydaa nereden çıktı bu şimdi diyorum. En arka sıraya geçip oturuyorum. Köpekle ara sıra göz göze gelip birbirimizi süzüyoruz. Maltepe’ye ulaştığımızda arkadaşım Hakan katılıyor aramıza.
Ballıkayalar, Gebze’ye bağlı Tavşanlı köyünde bulunan bir tabiat parkı. 1995 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla Milli Park ilan edilmiş. Adını, arıların buradaki mağaraları kovan benimseyip bal yapmalarından alıyor. İçinden dere geçen bir vadi burası. Vadinin her iki yakasında dik kayalıklar var. Kaya tırmanışı sporu yapmaya elverişli olduğundan tırmanışçıların gözde çalışma yeri. İstanbul’a yakınlığı nedeniyle aynı zamanda piknikçilerin de uğrak yerlerinden biri durumunda.
Buraya Türkiye Dağcılık Federasyonu’nda tırmanış antrenörlüğü ve hakemliği yapan Sönmez Erkaya liderliğinde 19 kişilik bir grupla geliyoruz. Sönmez hoca 20 yıldan fazla doğa sporlarının içerisinde, epey deneyimli biri.
İstanbul’a 60 km. uzaklıktaki parka kısa sürede ulaşıyoruz. Girişte piknik alanının bulunduğu yerde bir kır restoranı var. Burada çay içebilir, ekmek arası bir şeyler yiyebilirsiniz. Bugün piknikçi sayısı az. Burada kahvaltı molası veriyoruz.
Sönmez hoca etrafında yarım ay şeklinde diziliyoruz. Sağ baştan saymamızı ve herkesin söylediği sayıyı, bir önceki ve bir sonraki kişiyi de aklımızda tutmamızı istiyor. Askerlik sırasındaki yoklama alınması gibi bir an yaşıyoruz. Amaç toplu hareket etmeyi kolaylaştırmak. Çabuk uyum sağlıyoruz. Hatta peşi sıra durduğumuz Hakan’la aramızda birbirimize sayıyla hitap etmeye başlıyoruz.
Kısa bir yürüyüşün ardından dik bir kayanın önünde duruyoruz. Aşağısı uçurum. Yok artık burada mı tırmanacağız! diye düşünüyorum. İlk defa gelenlerin gözlerinde benzer duygular okunuyor…
Sönmez hoca, malzemeleri tanıtıyor. Karabina adı verilen metal bağlantı, dağcılıkta kullanılan en önemli malzemelerden biri. İpi emniyet noktasına veya kemere bağlamak için kullanılıyor. Çeşitli model ve özelliklerde üretilen karabinaların, büyük yüklere dayanıklı ve aynı zamanda hafif olması gerekiyor.
Sönmez hoca, eğer yüksek bir yerden düşürürsek o karabinayı emekli etmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü o sırada sorun çıkarmasa dahi ileride malzeme içinde görünmez çatlaklar oluşabildiğini ve kırılma ihtimali oluştuğunu belirtiyor.
Hocanın belinde takılı olan ve elinde gösterdiği malzeme, emniyet kemeri (kolon) olarak adlandırılıyor. Kolonları kayalara yanaşıp giymemizi istiyor. İç çamaşırı giyer gibi üzerimize geçiriyoruz. Kaya dibinde giymenin önemi şu: giymeye çalışırken dengeyi kaybedip uçurumdan aşağıya uçma olasılığı var. Olur mu demeyin olabilir böyle kazalar. Doğa güzel olduğu gibi hataya pek gelmiyor.
Emniyet istasyonu kuruluşunu görmek için hoca ile kayalığın tepesine çıkıyoruz. Kaya yüzeyine delik açılarak yerleştirilen metal plakalara bolt deniliyor. Bele bağlı ip bu boltlara geçirilerek emniyet alınıyor.
İstasyon kuruluşunda önemli olan iki farklı bağımsız noktadan sabitleme yapmak. İki ayrı ip birbirine bağlı. Ama yük sadece birinin üzerinde. Perlon veya karabina herhangi bir nedenle çözülürse bağlı olduğu diğer nokta devreye giriyor. Her bağlantının bir yedeği oluyor.
Hocamız “İnsan hayatı bize bahşedilen en değerli varlık; taş attık da kolumuz yoruldu” deyip bir yedek nokta daha kuruyor. 2 ayrı noktanın bağlı olduğu kaya bloğu koparsa diğer kaya bloğundaki noktanın devreye girmesini düşünüp önlem alıyor.
Ballıkayalar aynı zamanda kamp yapmak için uygun alanlar içeriyor. İstasyon kurduğumuz yerde kamp kuran arkadaşlarla karşılaşıyoruz. Kocaeli Üniversitesi öğrencisi olduklarını öğreniyoruz.
Süslü. Minibüste ilk karşılaşmadan itibaren gün boyu yakın anlar yaşadık. Cinsi Şivava. Sokak köpeklerinden çok farklı. Zeki, uslu bir köpek.
Dağcılık malzemelerinin en önemlilerinden birisi kask. Kafamızı çarpıp yaralanmamızı önlüyor. Yukarıdan düşebilecek kaya parçalarına karşı da koruyor. Kaya tırmanışında kullanılan malzemelerle dağcılıkta kullanılan malzemeler benzer. Dağcılığın bir kolu olarak görülse de kaya tırmanışı başlı başına bir spor dalı.
Beklemenin tırmanış yapmaktan daha stresli olduğunu anladık. İlkokulda aşı sırası bekleyen çocuklar gibiyiz. Tehlikeli durumlarda korkmak, kaygılanmak her insanda olan temel bir duygu. Bu duyguyu kontrol etmek önemli. Eğer fazla ise hata yapmaya meğil olur. Az ise başarı ihtimali düşer.
Tırmanırken önemli olan ayakları kullanmak. Elleri kullanarak kendinizi yukarı çekiyorsanız kısa sürede yoruluyorsunuz. Buna amele tırmanışı deniyor 🙂 İp düşüş anında emniyet için var, tırmanışa bir katkısı yok. Rotanın sonlarına doğru bacaya benzer bir yer var. Kilit kısmı burası. İçinden çıkmaya çalışırsanız sıkışma ihtimali var. Ayakları pergel gibi açıp dışından sağlı sollu geçmek gerekiyor. İlginçtir zihninde ben burayı geçemem diyenler çoğu zaman burada pes edip geri dönmek istiyor. Fiziksel özelliklerin burada pek bir katkısı olmuyor. Zihindeki engeller aşılabilirse ancak tırmanış yapılabiliyor. Tırmanış için %75 zihinsel hazırlık, %25 fiziksel güç gerekir diyebilirim.
Heyoooo. Rotanın en üst noktasına vardığımızda zafer narası atıyoruz. Bağırmamız vadi boyunca yankılanıyor.
İniş sırasında yapılan genel hata ayakları dizden bükmek. Sönmez hoca bu konuda sık sık uyarıyor. Eller kayaya dokunmadan açık, ayaklar omuzdan geniş açık, dizler bükülmeden kendimizi ipe bırakmamızı istiyor.
Sönmez hoca, “Bu iş malzemeye güvenle başlar” diyor. Eğer malzemeye güvenmezseniz tutulup kalıyorsunuz. O zaman inişiniz dışarıdan izleyenler tarafından sakat birisinin kasıla kasıla ilerlemeye çalışması gibi görünüyor.

İniş bittiğinde eller ve ayaklar adrenalinle birlikte zangır zangır titriyor. Adrenalin bağımlılık yapıyor. Kısa bir süre sonra tekrar tırmanış yapmak isteniyor. Yeri gelmişken bu sporunun tüm kaslarınızı çalıştırdığını, günlük hayatta problem çözme yeteneğinizi geliştirdiğini belirtmek gerekir.

İlk rota tırmanışları bittikten sonra yürüyüş yapıp vadi içinde yüzme arası verdiğimiz meşhur büyük göle geldik. Balık tutan bir vatandaşla karşılaştık. Balık avlamak yasak park içinde. Demek ki cezalar caydırıcı değil.
Herkes yürüyüş sonrası biraz dinlenmek için bir köşeye kendini bıraktı. Süslü de gölge bir yer bulmuş dinleniyor.
Hakan, tam bir buff (bandana) sever. Aldığı yeni buff’ı gösteriyor.
Su biraz soğuk ama çeşitli atlayış denemeleri yapmak için bu bir engel değil.
Yüzme keyfinden sonra ikinci tırmanma rotamızın hazırlıklarına başlıyoruz.
Ballıkayalar’da 1970’li yıllardan bugüne kadar yüze yakın çeşitli zorluk derecelerinde tırmanış rotaları açılmış.
Bu fotoğraf çekildiği sırada kırmızı tişörtlü tırmanışçı endişeli, aşağıda yeni tanıştığı emniyetini alan arkadaşla sürekli diyalog halindeydi ve duygusal anlar yaşıyordu 🙂
“Rüstem, hayatım senin elinde nolur dikkat.”
“Rüstemcim ipi sıkı tut. İpi biraz sağa al.”
Aşağıdan destek mesajları gelince bize doğru dönüp rahatlamak ister gibi soruyor.
“Hayatım başkasının elinde, nasıl rahat olabilirim?”
Hemen sakinleştirici yorumlar geliyor…
“Emniyetçinle yeni tanıştın geçmişte yaşadığınız kötü bir anı yok. Rahat olman lazım, devam!” 🙂
Vadiye iniş çalışmaları… Burada aşağıya inenleri heyecanlı bir sürpriz bekliyor. Anlatılmaz yaşanır diyeyim. Bir arkadaşımız nasıl başardıysa pursik ipinin sıkışması nedeniyle tam orta noktada asılı kaldı. Sönmez hoca yeni bir ip hattı kurarak yanına ulaştı ve sıkışan ipi bıçakla keserek aşağı inmesini sağladı.
Tırmanışlar bittikten sonra dönüş yoluna geçtik. Vadi içinde yürüyüş rotası yaklaşık 2 km ama kolay değil. Yürüyüş orta üstü zorluk derecesinde. Yağmur yağar ve kayalar ıslanırsa kayıp düşme riski oluşabilir. Düz yol olsa bile kafada kask takılı yürümekte fayda var.
Yan yan tutunarak geçilebilen sarp bir kayalığa geliyoruz. Aşağıda buz gibi göl bizi çağırıyor. Zemin kaymaya çok müsait. Ayakkabıları çıkarıp geçebildim. Bu fotoğrafı Sönmez hoca çekmiş. Ben o sırada sırt çantamdaki elektronik eşyaları düşünüp Yusuf Yusuf’la sohbet ediyordum 🙂

Araçla dönüş yolunda Sönmez hoca katılımcılara gezi ile ilgili görüşlerini sordu. Çok keyifli bir gün geçirdiğimiz konusunda herkes hemfikirdi.
Minibüsten Mecidiyeköy’de indim. Biraz ileride bir taksinin yolcusunu indirdiğini görüp boş taksiye attım kendimi. Taksici nereye gideceğimi sordu. Beşiktaş dedim. Söylememle yüzündeki ifadeden soğuk duş etkisi yarattığını görmem bir oldu.
Taksici hem sürüyor hem de şaşkın şaşkın anlatmaya başlıyor…
“Biraz önceki müşterim de Beşiktaş’a gidiyordu.”
“Orada trafik olduğu için indi.”
“Metroyla Taksim’e gidip oradan Beşiktaş’a inecek.”
Ben – İçimden “Kaderinde bu akşam Beşiktaş’a gitmek varmış kardeş :)” diye geçirirken Taksiciye
“Trafik olduğunu bilmiyordum çok mu kötü acaba” dedim.
Taksici sıkıntılı ama efendi birisi görünüyor, sakinliğini koruyor. Sohbet etmeye başlıyoruz. 1 saatten fazla süren yolculuktan sonra 21:30 sıralarında Beşiktaş’a ulaşıyorum. İstanbul trafiği bu, 10 dk mesafeyi 1 saat yapar. Belediye keşke metronun olmadığı Zincirlikuyu-Beşiktaş arasına bisiklet kiralama hizmeti koysa. Bisiklet olsa Zincirlikuyu’dan yokuş aşağı yardırırdım ne güzel. Meşaleli yürüyüşe yetişemiyorum. Önümüzdeki seneye kısmet…

– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]